31 Aralık 2007 Pazartesi

Bitmiyo...

Hayatımın en kötü yıllarından birinin, hatta en kötüsünün son günü... Bitmesine 12 saatten az bir zaman kaldı ama bitmiyor bir türlü a.q. Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere uzamış sanki.

Hoş, bitse ne olacak? Yarın sihirli değnek değmiş olarak uyanacak mıyım? Problemlerimi çözecek peri gelmiş mi olacak? Noel baba kombi bacamdan içeri girip bi paket huzur mu bırakacak ağacımın altına? Büyük ihtimalle sarhoş bir şekilde sızdığım köşeden (yatak diyemiyorum) abuk bi saatte uyandığımda yanı başımda ışıltılar saçan, ulu "sorun çözüm tanrısı" mı olacak? Hepsinden geçelim, güneş ışığı altında parıldayan göz kamaştıran bir kar tarlasına uyanıp kendimi iyi mi hissedeceğim?

Tabii ki hayır.

Ama yine de; gidişini uzun, sıcak ve kokulu bir banyo ile kutlayacağım şu 2007 bir an önce bitsin istiyorum.

11 saat 47 dakika kaldı.

17 Aralık 2007 Pazartesi

2. Sanat Hareketi


İşyerimde görsel takım içinde başlatılan "Sanat Hareketi" adlı haftalık etkinlik için yaptığım t-shirt tasarımı...

Çalışmamın adı:
"Kuşlarrrrr, çiçekleeeerrrr, otlaarrrr, böcekleeeerrrr... Hayat ne güzellllll.. Lay Lay Lommmm"

Söylenmişi var....

Biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var
Biriyle fena halde dertleşmeye
Evimde ne sıcak bir tabak yemeğim var
Ne de televizyonun sesinden başka ses

Ama içimde bi' yerlerde sabır taşı gizli sanki
Doğduğum günden bugüne orda duruyor
Sessiz bir kaya düşün deniz kıyısında yalnız
Dalgalara göğüs gerip soğuktan üşüyor
Ne ahlak ne de sevgi gökten dünyaya indi
İnsanlık istedi keşfetti hepsini
Dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali
İçimizde hem kötü var hem iyi
Hangisi daha güçlü diye beklemektense
Heyecanla attım kendimi dans pistine
Ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
Biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
Neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
Aklımdaki soruların hepsini soracaktım
"Senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak?"
Diye soran hazırcı tembel sen misin?
Böyle yaşlanmak olmaz seninki eskimek, çökmek
Ruhu küskün bomboş bir bedensin
Kelimeler yetse daha neler neler buldum
Elimle koymuş gibi huzurluyum
Geniş ve loş bir yer istersen sen de bir uğra
Doğru yanlış iyi kötü herkes orda
Hangisi daha güçlü diye beklemektense
Heyecanla attım kendimi dans pistine
Ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
Biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
Neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
Aklımdaki soruların hepsini soracaktım

1 Aralık 2007 Cumartesi

Çöp


Email kutuma eski bir mesaj düşmüş, "dikkat yazılı var" kitabından alıntılar. Bir cümleye takıldım "sakla samani gelir zamanı"; unutmuşum ne anlama geldiğini, oturdum ve düşündüm, güldüm sonra kendi kendime...

Odamda bekleyen koli kutuları geldi aklıma, annemin kıyameti koparta koparta depoya kaldırdığı diğer kutular da.. Kitaplarımın önünde süs niyetine duran oyuncaklar, kütüphanenin arkasında rulo halindeki afişler, posterler, baskılar... Ağzına kadar dolu çekmecelerim, komedi filmlerindeki gibi tıka basa dolu dolabım...

Atmaya kesinlikle kıyamadığım, ama çöp izlenimini de yaratan binlerce şey... Kimisinin bir anısı var, kimisi bir gün gerekli olur, kimisi ise sadece hoşuma gittiği için... Binlerce görüntü üşüştü kafama... Kişisel değer verdiğim şeyler, zamanı, geçmiş günleri hatırlatan şeyler, belki masumiyeti, belki yaşayamadıklarımı hatırlatan... Kimisi hoş, güzel şeyler olsa bile bir çoğunun aslında sadece hüzün ile ilgili olduğunu anladım... Burkuldum biraz... Çok sevdiğim bir dostumun minik bir karalaması - çoktan kopmuş gitmişiz ama yüreğimin bir parçasını beraberinde götürmüş demek, lisede yatılı okurken kullandığım yemekhane kartım - tanrım ne kötü günlerdi onlar, yemekler iğrençti üstelik, zor günler geçirdiğim İzmir'den bir sinema bileti, uğruna canımı verebileceğim ama ailesi ile geçinemediğim için uzaklaşmak durumunda kaldığım en küçük yeğenimin sünnetinden kalma bir süs, eski aşklardan kalma anılar, ve dahası... Eski günleri, eski yaşamları, eski duyguları hatırlatan bir yığın eski şey işte...

Unutmak istediğim şeyleri bile sakladığımı hatırladım .. Unutmak istemiyormuşum demek ki ..

Atsan, atamazsın; satsan alan olmaz; "anılarımı satmak istiyorum" diye bir ilan ya da "satılık geçmiş"... "Dünümü satmak istiyorum size; çünkü atamıyorum, çünkü değer veriyorum; siz alır miydiniz?" - bakıma muhtaç ama doğan yavru sayısı nedeni ile bakılamayan, dışarı verilmeye çalışılan yavru kediler gibi - "ama aynı değeri sizin de vermeniz gerekir"... "Beni ben yapan şeyleri satıyorum, alır mıydınız?"... Kendimi satıyorum, özümü.....

"Sevginin kurgusu, sözcükleri, yazılması, konuşulması değil; yaşanması gerek" gibi bir laf etmiş Bilge Karasu; yaşanmalı ki çıksın şu anın tadı... O tatlar geçmişi oluştursun, geleceğe izlerini bıraksın... Geçmişim diyorum ve aklıma geliyor; "sevgi" imiş demek ki o başkalarına "çöp" yığını gibi görünen; ardımda bıraktığım her şeye duyduğum sevgi... Beni ben yapan her şeye... Acıyı da hüznü de nefreti de içeren yaşadığım binlerce duyguya...

Birkaç kutu dolusu çöp, birkaç rulo kağıt, birkaç kırık dökük oyuncak parçası ... Geçmişimmiş onlar benim...

Beni oluşturan şeylermiş...

Benmişim...



Ek:

Aslında bu, eski bir yazım, yeni yazdığım bir yazı ile ilintili olduğu için buraya alma ihtiyacı hissettim...

Resmim



MSN, blog ve facebook'ta kullandığım bu resmin bana ait olmadığını, bana benzemediğini düşünenler için, buyrun resmin orjinal hali...

Ek:
Evet, gözlerim yarı açık uyurum.

24 Kasım 2007 Cumartesi

Joan Miro, Ubo Roi

Seans 5, Çarşamba:

Çerçevelenmeye hazır...

İzlediklerim (Zipsiz, tek cümle)

War
- Beklentileriniz otomatik olarak yükseliyor, ama bunu yapmazsanız, hiç de kötü değil. 6/10

I Now Pronounce You Chuck And Larry
- Eğlenceli, herkesi eğlendirebilir.. 8/10

Resident Evil 3, The Extinction
- Aksiyon sever, ilk iki filmi bilen biri iseniz seveceksiniz... 7/10

After
- Çok gereksiz... zaman kaybı sayılır... 3/10

Harry Potter, The Order of the Phoenix
- Seriyi takip edenler için bir geçiş filmi... 8/10

Whisper
- Para kazanmak için yapıldığı her halinden belli... 5/10

Shrek The Third
- En kötü Shrek filmi, kötü bir animasyon... Hele Ratatouille'den sonra hiç çekilmiyor... 4/10

Outlaw
- hiç de kötü değil, niye daha önce izlememişim ki... 6/10

Hot Fuzz
- Eğlenceli... Oldukça eğlenceli.... 7/10

The Incredible Iron Man (Animasyon)
- Başarılı, hikaye de iyi.. 8/10

Primeval
- Bu ne yaaa... Niye, ne gerek var... 3/10

D-War
- Offf.... Hayalkırıklığı, hayal kırıklığı, hayalkırıklığı.... Efektler başarılı... 5/10

22 Kasım 2007 Perşembe

A.Q.

Dün bi şikayet aldım... Çok küfrediyormuşum... A. koyiim, ebesini, a.. felan filan işte... Açıklama yapayım:

1) 32 yıl (askerlik sonrasına kadar) en büyük küfrü "eşşek" gibi kelimeler olan biri olarak kaybettiğim zamanı telafi ediyorum.

2) Sevdiğim birinin dediği gibi; "küfür yüreğin bokudur"... Yüreğimdeki pislikleri bu şekilde dışarı atıyorum.

3) Aslında gereksiz küfretmiyorum. Askerde duyduğum "rica ediyorum a.. koyiim, şu a.... kodumun şeyini verir misin" örneğindeki gibi her saniye küfür bahanesi de aramıyorum... Mesela trafikte küfretmemek mümkün değil..

4) Freudiyen bir yaklaşım ile "cinsel boşalım eksikliği sonucu yapamadıklarını söze dökmek değil" benimkisi... Aksini iddia edecek olana, şu konuşulmaktan sürekli kaçınılan, "cinselliğin insan hayatındaki en önemli yönlendiricilerden biri olan koskoca yeri" konusunu açabilirim; sırf "hepimiz aynı bokuz a.q, ben sadece dile getiriyorum" diyebilmek için...

5) Özetle... Küfretmeyi seviyorum a.q.


Ek:
A.Q.

20 Kasım 2007 Salı

Yeni puzzle: Joan Miro, Ubo Roi

Tanıyanlar puzzle merakımı bilirler (Türkçesi ne bunun, parçalı bulmaca?).. Haftasonu başladığım, 1000 parçalık Joan Miro, Ubo Roi'nin ilerleme raporunu veriyorum...

Seans 1, Cuma:

Çerçeve tamam, içerisini nasıl dolduracağım merak ediyorum.

Seans 2-3, Cumartesi-Pazar:

Çizgili mavilerden sonra, sarıları da yerleştirmişim.

Seans 4, Pazartesi:

Mavi, sarı, yeşil ve siyahların tamamı. Kırmızıların sadece iç kısımdakiler kalmış.

Bir seanslık işi kaldı... Henüz dokunmadığım 2 tane daha var.

Look ma'... All white...



Anne bak, bembeyazım.... 18 Kasım 2007, Pazar.... Yaş, hala 39.

Project 360

Tolga Şentürk, Project 360 isimli yeni foto-blog'una başlıyormuş. Eğlenceli bi proje olacak gibi görünüyor. Aramızda geçen konuşma şöyle oldu:

memdali:
işini zorlaştırıp eğlence katacak ek kurallar:
- kendini çekmeyeceksin
- ***** çekmeyeceksin
- pazartesileri siyahbeyaz çekeceksin
tolga:
hahah. kendimi çekmeyince olmaz da ***** kesinlikle çekemem zaten çeksem de oraya koyamam makinam ve benim kafatasım için hiç iyi olmaz.
memdali:
hayır kendini çekmeyeceksin.
tolga:
yok be o olmaz. sounuçta insanlarla olan resimlerim de olacak. o beni çok kilitler.
memdali:
biz seni görmek istemiyoz orda.
memdali:
biz yani; ben, kendim, bendeniz ve şahsıyetim.. hatta ikinci, üçüncü kişiliğim de bana katılıyolar.

Sabah sabah, trafik terörü

Birkaç gündür, özellikle sabah saatlerinde yeni bir kabusum oldu. Nazik deyişi ile "bayan sürücü"ler... Daha doğrusu, bayan sürücü terörü... Hemen seksist, ayrımcı ya da faşist gibi sıfatlar kullanmayın ve sadece bu sabah başıma gelenleri okuduktan sonra karar verin:

- Uğur Mumcu Caddesi, sabah trafiği, bankalar önünde çift sıra park etmiş araçlar... Birkaç araba önde giden şahsiyet bir türlü park edecek yer bulamıyor... Daha doğrusu bulduğu yeri beğenmediği için sürekli sağa girip çıkıyor, gideceği yere santimetre cinsinden en yakın park yerini arıyor... Eh, sol taraf zaten tek şerit işlediği için biz arkadakiler sürekli bekliyoruz... Sürücü: bir kadın.

- Trafik yoğun akar. Soldan dik gelen girişlerdeki araçlar ile mücadele etmeye çalışmaktasınızdır. Bu arada sağınızdaki araç, aynı hızda gitmenize rağmen sürekli sizin önünüze geçmeye çalışmaktadır. Giderek sola yanaşır, siz de kaldırıma... Korna işe yaramaz, hızlanmanız mümkün değildir. İyice sıkıştığınızda kornaya asılıp kafayı çevirirsiniz. Yandaki sürücü sizinle ilgilenmez, kafasını çevirmez bile; evet bir kadın. Susup devam etmeye çalışırsınız ama aynı taciz devam eder. Yine kornaya asılıp camı açarsınız, "Hanımefendi ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye sorarsınız. Aldığınız cevap sizin durup yol vermenize neden olur: "Ne yapayım sağda park etmiş araçlar var"...

- Uğur Mumcu Caddesi, İş Bankası önü. Sağ şerit park etmiş arabalarla dolu, diğer iki şerit ilerlemeye çalışıyor ama bir nedenle ilerlemiyor. Tam önümdeki araç ortadan giderek iki şeridi birden işgal ediyor, selektör yapmak işe yaramıyor. Araç birden duruyor ve sürücü birine el sallamaya başlıyor. Bekliyorsunuz, el sallanan yaya durumu farketmiyor, siz beklemeye devam ediyorsunuz. Bu kez sürücü ve yanındaki yolcu birlikte el sallıyorlar. Yaya sonunda durumu farkediyor ve arabaya yaklaşıyor. "N'aber, bilmemkim abi?" sorusunu arkadaki klakson sesleri arasında zar zor duyuyorsunuz. Sohbetlerinin bitmesini bekledikten sonra ilerideki kavşakta bir fırsat yakalayıp arabayı geçiyorsunuz, geçerken dönüp baktığınızda sürücüyü görüyorsunuz: bir kadın.

- Çankaya Caddesi, Köşk'ün önü. Yol yapım çalışmaları nedeni ile yola sığamayan sürücü, iki aracı çizmiş ve gelişteki iki şerit birden kapanmış. Trafik bizim bulunduğumuz şeritlerden çift yön ilerliyor, bir üstteki maddede geçen sıkışıklığın nedenini anlıyorsunuz. Sıranız gelip o dar yerden geçerken mecburen bakıyorsunuz ve arabasındaki hasar, tampondaki en fazla 10cm'lik çizik, nedeni ile çizdiği araçların sürücülerine saldıran kişiyi görüyorsunuz: bir kadın.

- İnönü Bulvarı, Çalışma Bakanlığı önü. Altgeçitten çıkmışsınız, önünüz açık gidiyorsunuz. O sırada sağdan bir araç (hani şu doblo, partner gibi ticari olanlardan.. varoş cipi de denir) en sola sizin önünüze geçer. Frene asılırsınız. Sağı boş olduğu için yol istersiniz, tık yok. Selektör yaparsınız tık yok, bip dersiniz tık yok, DAAAT dersiniz yine tık yoktur... Mecburiyetten sağına geçer, yolunuza devam etmeden önce sürücüye bi göz atarsınız: bir kadın.

. . .

Bunların hepsi yoğun trafik için çok sıradan şeyler değil mi? Her gün olan özelliksiz şeyler, herkesin başına gelir. Eh, tamam kabul ediyorum, normal şeyler bunlar.... Şikeyet etmenin, bloga almanın hiç anlamı yok, hatta bu konuda bu kadar laf döktürmek, şikayet etmek de anlamsız.

Bu kadar anlamsız olan şeyde anlamadığım ana bir nokta var: Neden başrol oyuncuları hep kadın... Hepsi rastlantı mı? Kötü şans? Cinsiyetçilik? Ayırımcılık? Faşistlik?


Ek:
Sanırım ben cinsiyetçi, ayırımcı ve faşistim; söz konusu trafik ise.

7 Kasım 2007 Çarşamba

Uygun bi laf

"Only a barbarian believes that the customs of his tribe are the laws of nature. "
Robert A.Heinlein

Ek:
Sadece bir barbar kendi kabilesinin adetlerinin doğa kanunu olduğuna inanır.

6 Kasım 2007 Salı

SSK'dan para nasıl geri alınır

Gerekli bütün evrakları tamamladığınızı ve evraklarda hata/eksik olmadığını düşünürsek, SSK'dan paranızı alabilmeniz için izlenen yol şöyle birşey:

Rapor Parası

- A bankosuna gidilir, bekleyen anlamsız kalabalığın arasında Q-matik olduğu görülünce sevinilir.
- Q-matikten numara alınır.
- Sıra gelince A bankosuna gidilir, evraklar verilir.
- Memur sizi 2 saniye sonra B bankosuna imza kontrolüne gönderir ve yeni numarayı çağırır.
- B bankosunda memur beklenir.
- B bankosundaki memur yerine geçmek isteyince, kağıtlarda imza olup olmadığına bakar. İmza atar, sizi A bankosuna geri gönderir.
- A bankosuna dönersiniz, kalabalıkla mücadele edip bankoya ulaşınca memurun olmadığını görürsünüz, bu arada sırası gelen numaradaki insanlarla boğuşursunuz.
- A bankosundaki memur yerine gelmek isteyince, B banksosundaki memurun imzasına bakar ve sizi önce C, sonra D bankosuna gönderir.
- C bankosundaki memur mühür vurur ve numara verir, ve sizi E bankosuna gönderir.
- D ve E bankosundaki iki memurun aynı işi yaptığını görünce sevinirsiniz. Bir imza daha alırsınız.
- A bankosuna geri dönersiniz ve yine memuru beklersiniz, geldiğinde atılmış imzaları ve numarayı kontrol eder. Sizi F ve G bankosuna gönderir.
- F bankosundaki memur çayı, sigarası ve telefonu bitince formun yarısını kaplayan bir imza atar.
- G bankosundaki memur yanındaki misafiri gidince bir imza daha kondurur.
- A bankosuna geri dönersiniz, memur formların bir kısmını alır, bir kısmını geri verir. Bir çıktı hazırlar ve H bankosuna gönderir.
- H bankosundaki bir imza atar ve I bankosuna gönderir.
- I bankosundaki arkadaş kimlik fotokopinizi ister ve J bankosuna gönderir.
- J bankosundan (vezne) paranızı alırsınız....
- Bitti...

Yaklaşık süre: 2 saat 10 dakika...


Ameliyat malzemeleri vs

- A bankosuna gidersiniz, evraklarınız kontrol edilir. Her evraktan ikişer fotokopiniz yok ise dışarı çıkıp fotokopi ararsınız.
- B odasına gönderilirsiniz, formunuza fiyakalı bir imza atılır.
- C odasına gidip, formunuza onay vurdurtursunuz.
- D bankosuna gider formunuzu verirsiniz, eğer bu noktaya kadar bütün formlar zımbalanmamış ise zımbalanması için herhangi bir bankoya/odaya gönderilirsiniz.
- D bankosunda evraklarınız kaydedilir ve bir numara alırsınız.
- Beklemeye başlarsınız.
- Beklersiniz...
- Beklersiniz...
- Beklersiniz...
- Beklemeye devam edersiniz...

Yaklaşık süre: 5 ay... Henüz sonuca ulaşmadım, 5 ay kadar sürermiş, bekleyeceğim...

4 Kasım 2007 Pazar

04.11.07 saat 04 civarı...

yalnız kalp: Mali ben sana bir şey danışacaktım :)
memdali: çabuk danış, çünkü klavyede uyuyacam az sonra
yalnız kalp: bak birisinden bir teklif aldım ve onu sana sormak istedim
yalnız kalp: diyor ki
yalnız kalp: ayrılmış olsak da ara sıra kaçamak yapan iki arkadaş olabilirz
yalnız kalp: bakarsın arada yaramazlık yapan iki arkadaş oluruz ileride
yalnız kalp: bir şey diyeceğim
yalnız kalp: herşey bir kenara olabilecek bir şey mi bu
memdali: olmuyo can ya
memdali: yani anlamsız oluyo, kopamıyosun, tekrar depreşiyosun
memdali: manyak manyak dolanıyosun ortada
memdali: o yüzden hiç olmasın daha iyi
yalnız kalp: bunu seninle birlikte olmak isteyen tanışma aşamasında olduğun birisi derse peki?
memdali: tanışma aşamasında ayrılmak nasıl oluyo?
yalnız kalp: yani diyor ki kafamız uymazsa böyle bi seçenek var
memdali: "walla seni yeterince beğenmedim ama elimde daha iyisi yok, arada çok azabilirim o zaman skişiriz"
memdali: "senden daha iyisini bulacağımdan eminim ama şu an senle idare edicem ne yapalım"
memdali: "bak ben orospu ruhluyum, arada senle de skişirim.. ama başka bi bok bekleme benden"
memdali: "sana çaktırmıyom ama benim aslında sevgilim var, ama arada kaçamak yapmaya meyilliyim, onu da senle yapabiliriz"
memdali: "ben şuurusuzum, seni istiyom ama böyle bi ilişiyi yürütebilir miyim bilmiyom.. zarf da atayım sana, söz de vermemiş olayım"
yalnız kalp: evet bu sonuncu da olabilir
yalnız kalp: ya ben eski kafalı mıyım ahlaki bişey mi arıyorum kafam bunaldı işte.
yalnız kalp: yoksa böyle mi yapmalı
yalnız kalp: hakkaten
yalnız kalp: mutlu olmak için bu mudur olay.
memdali: ben olsam direkt copy-paste ile bunlardan hangisini demeye çalıştığını sorardım
yalnız kalp: tamam öyle yapacağım
memdali: zaten bu laf duyduğuna göre, ortada bi bok yoktur, bir şey kaybetmezsin...
yalnız kalp: yok yok rahatladım
memdali: ya da orta var olan ne ise, arkadaş onu bitirmiş zaten
memdali: sonuçta bişey değişmiyo senin için... bişey varsa, bitmiş... zaten kaybediyosun... bişey yoksa, çabuk yoldan zarar görmeden dönmüş olursun
yalnız kalp: evet.
memdali: kaybetmişsin, orası belli zaten... ne kadar çok şey kaybedeceğini seçmek sana kalmış... yani vereceğin cevap bu gerçeği değiştirmiyor
yalnız kalp: oh şükür
yalnız kalp: deliyim sanıyordum.
memdali: bunu bloguma almak istedi canım
yalnız kalp: tamam al
yalnız kalp: ama rumuz yalnız kalp olayım
memdali: peki

1 Kasım 2007 Perşembe

8 bit zevki

Az önce, bana eski eğlenceli 8 bit günlerimi anımsatan iki oyuna rastladım..





Birkaç saniyelik araştırmadan sonra yaratıcılarının sitesini de buldum ve daha başka oyunları da keşfettim...



Tavsiye olunur...




Ek:
Şimdilik favorim: Yin Yang

Eskiye Rağbet


Sabahtan beri aklımda Ally McBeal şarkıları dolanıyor... İşe geldiğimden beri de aynı formatta şarkılar dinliyorum: "For Once In My Life", "I Want Love", "In The Air Tonight" ve "Dear President" gibi.. Sonuncusu nereden karşıtı araya bilmem artık.

Yani şimdi ben depresif takılıp, o pek sevimli egzantirik avukatın yaşadığı çelişkili depresyonlardan birinde mi dolanıyorum, yalnızlığı ve kalabalık içindeki yalnızlığı iyi mi anlatmışlardı, yoksa dizi o kadar uzadı ki senaristler akıllarına gelen her türlü depresif bok-püsürü diziye mi sokmuşlardı?

Bilmiyom işte, cevabı o kadar merak ediyosanız siz çözün, siz karar verin.. Ben eve gidip ilk sezondan başlayarak kendimi eğlendirmeyi düşünüyorum...

31 Ekim 2007 Çarşamba

Biri daha gitti



Benim için çok şey ifade eden, çok şeyimi paylaştığım, birlikte çok şeye birlikte katlanıp birlikte karşı durduğumuz, içimi-dışımı en iyi bilen, beni neşelendirmeyi, avutmayı, düştüğüm yerden ayağa kaldırmayı ve kızdırmayı en iyi bilen/beceren kişi, Murat "bufu" Gülçiçek, bu gün itibarı ile Fas'a yerleşti.

Farklı şehirlerdeyken (hatta farklı ülkelerdeyken kısa süreli gezilerdeyken) bile iletişimimiz de, birbirimize olan desteğimiz de hiç kesilmemişti. Bundan sonra da kesileceğini sanmıyorum ama, kapı arkasında olmasa da, daraldığımda gidebileceğim bir uzaklıktaydı ve ne olursa olsun kapısının bana açık olduğunu bilmek rahatlatıcıydı. Artık kolayca ulaşabileceğim bir uzaklıkta olmadığı için hüzünleniyorum.

Yalnız yaşamak konusunda benden daha deneyimli olduğu için, bugün hayatımı yalnız sürdürebilmemi sağlayan bir çok şeyi ondan öğrenmiştim/ondan miras kaldı. Tüm takıntıları ve inatçılığı ile saplantısal titizliğini yansıttığı ve benim o kadar süre karşı geldiğim düzenler-sistemler-yöntemler şu an patlamadan ayakta kalabilmemi, güne devam etmemi sağlayan şeyler haline geldi.

Son dönemde yaşadıkları olumsuzlukları ve sorunları aşabilmesi için, Fas iyi bir fırsat gibi göründü; tökezlemeler ile bükülen dizlerini tekrar dikleştirebilmek için bir fırsat.

Umarım ve dilerim ki, her şey onun için tekrar yoluna girecek ve yıldızlı kahve gözler geri dönecek.




İyi yolculuklar diliyorum, görüşeceğiz...


Ek:
"Ben yine burada olacağım,
Yaralarını saracağım,
Seni anlayacağım."

16 Ekim 2007 Salı

Ziplenmiş Film Özetleri

Eh, malumunuz evde yatıp duruyorum. Bu arada bolca tv/film izliyorum. Buyrun son izlediklerim... Zip oranını biraz düşük tuttum bu kez...


Invisible
- Ben belalıyım. Oyarım, ama bunu ailem yüzünden yapıyorum.
- Ben korkağım. Yönetilmeye açığım, ama bunu ailem yüzünden yapıyorum.
- Ben zavallıyım. Ne yaptığımı bilmiyorum, ama bunu ailem yüzünden yapıyorum.
- Ben zekiyim. Kendi halimde takılırım, ama bunu ailem yüzünden yapıyorum. Öldüm ben.
4/10 - İlginç bir konu, ucuz senaryo kurtarmaları ve pembe dizi vari "konuşmama özrü" nedeni ile mahvedilmiş. Kaçırdıysanız, üzülmeyin.

My Neighbour Totoro
Zipleyemeyenin notu: Bunu bile ağzımız açık bir şekilde bize seyrettirdin ya, ilahsın sen Miyazaki!
7/10 - Seyrettiklerim arasında en kötü diyebileceğim Miyazaki filmi. Ama ne film, ne anlatım, ne animasyon yani.

Night Watch
- Görsel efekt.
- Işık.
- Görsel efekt.
- Karanlık.
- Görsel efekt.
- Işık.
- Görsel efekt.
- Karanlık.
- Görsel efekt.
4/10 - Day Watch öncesi hatırlamak amaçlı tekrar izleyeyim dedim. Fragmanlara aldırmayın, izleyin ama kaçırdıysanız üzülmeyin. Karmaşık bir senaryo, açık bir sürü nokta. Rus sinemasının yeni halini görmek için işe yarar.

Day Watch
- Görsel efekt.
- Işık.
- Görsel efekt.
- Karanlık.
- Görsel efekt.
- Işık.
- Görsel efekt.
- Karanlık.
- Görsel efekt.
4/10 - Bu filmde bişeyler çözülür diye bekledim ama hala aynı karmaşık senaryo, açık bir sürü nokta. Bilmiyorum, belki de ben anlamadım.

Blood and Chocolate
- Seni seviyorum, ama ben başkasına aitim.
- Seni seviyorum, ve ben bir çizerim.
- Seni seviyorum, ama ben seni yerim.
- Seni seviyorum, o zaman ben seni ne yaparım.
5/10 - Kurtadam filmlerine romantik bir yaklaşım. Yeni hiç bir şey yok, hatta romantizmi fazla sulandırılmış. Çikolata bunun neresinde kalıyor, niye isme taşınmış sorusunu soruyorum.

Dead Silence
- 101 bebek varmış.
- Yokmuş öyle bişii.
- Ama bu bayat bi hikaye.
- Olsun yeni bakış, sonumuz sürpriz.
4/10 - Binlerce kere işlenmiş bayat konu, ucuz senarist numaraları. Yine de eğlenerek izliyorsunuz, kötülüğünü çaktırmayan bir film.

Ratatouille
Zipleyemeyenin notu: İlk seyrettiğimde niye bu kadar eğlenmemiştim, detaylara bak, oha... Bi daha izlesem... Kokular, yemek, yemek, kokular, tadlar, snffffff, ooohhhh.
9/10 - Detayları, mekanları, hareketliliği, ışığı ve tekniği ile sarfedilen emeği ve özeni gösteren, ama bunu hiçbir şeyi gözünüze sokmadan yapan çok eğlenceli bir Pixar filmi. Pixar'ın en iyisi değil ama en iyilerinden biri.



Ek:
Hangi filme 10 vericem ben?

12 Ekim 2007 Cuma

Mutlu son (DSA v3, Stentler)

Eveeet, bi süredir hayatımın odağında yer alan operasyon dün yapıldı. Stentlerim takıldı, kalp anjiyom yapıldı; temizmişim... Aşağıdaki resimde görüldüğü üzere hem moral, hem fiziksel olarak "rahatladım".



Geceyi hastanede geçirdikten sonra, bugün öğleden sonra itibarı ile evimdeyim. Evime geldiğimde güzel bir sürpriz ile karşılaştım; işyerimden gelen muhteşem bir buket. Suya koyabilmek için güzelim paketini biraz bozdum ama yine de çok güzel ve tam karşımda tutuyorum.



Tüm sevenlerime, ellerinden geldiğince yanımda olan herkese, ilgileri, destekleri ve yardımları için teşekkür ediyor; panik yaşattığım aile bireylerimden de özür diliyorum.
Az biraz ağrılarım var ama geçecek onlar da. Sonra her şey çok daha iyi olacak. Çok daha iyi olacak....
Ek:
Levent "Babam"ın da aynı gün stentlendiğini öğrendim. Kendisine çok geçmişler olsun. "Oğlunu" bu kadar sevip kıskanmasına gerek yoktu yani...

10 Ekim 2007 Çarşamba

Yalnızlık Üzerine

Yalnızlığı seviyorum, tek başıma rahatım ben, ne hesap soranım var ne karışanım, her işimi kendim yapıyorum, rahatım, rahatım, rahatım... Gerçekten öyle mi acaba? Yoksa, kimsenin itiraf etmeye yanaşmadığı iki ucu boklu bir değnek mi bu yalnız yaşamak denen şey.

İstediğiniz zaman eve gelip, istediğiniz zaman yemek yiyip, istediğiniz zaman uyumak... Yatağı, mutfağı dağınık bırakıp çıkabilmek, eve döndüğünüzde kimsenin dırdırını çekmemek... Eve sarhoş geldiğinde istediğin yerde sızıp kalmak, istediğin yere kusmak, istediğin zaman eve birini atabilmek...

Karışanın olmaması, istediğin gibi hareket etmek, istediğin yere oturup istediğin yerde uyuyabilmek... İstediğin kıyafetle, hatta çıplak dolaşabilmek; kirli, yırtık ama rahat dediğin şeyleri üzerinden çıkarmamak. Tüm evi yatak odası, yemek odası ya da çalışma odası şeklinde kullanabilmek.. Diğer yandan; evin tüm işleri ile ilgilenmek, yemek yapmak, bulaşık, çamaşır, temizlik yapmak, hastalığı tek başına atlatmaya çalışmak...

Eve istediğin saatte gelmek... Kapıyı kendin açmak... Üstünü başını çıkartıp, uygun gördüğün ilk yere fırlatmak... Çamaşır yıkamaya mecbur olduğunda evin her köşesini iki kere dolanmak, çoğu zaman bir çorap çiftini, bulamadığın için, ayrı ayrı yıkamak... Yemek yapmamak için dışardan paket siparişi vermek, bulaşıklarını istediğin yere bırakmak... Gecenin bir saati acıktığında, buzdolabını bomboş bulmak...

Yatağın istediğin tarafında, hatta çarpraz olarak yatabilmek... Tükenen benliğin ve öz saygını sağlayabilmek için uzun depresyonlarda uykusuz geceler geçirmek... Kanepede, tv karşısında uyuya kalıp, sabah haberleri sırasında anlamsız rüyalar görerek uyanmak... Sırf ses olsun diye hiç takip etmediğin sohbet dolu tv kanallarından birini açıp, sesini yükseltmek...

Eve istediğin zaman tek gecelik bir ilişki için birini atabilmek... Seviştikten sonra, bir an önce gitmesi için dua etmek... Arkasından bıraktıklarını toplamak.. Kirlettiğini hissettiğin bedenini temizlemek için uzun banyolar yapmak... Sonra dolu, anlamlı bir şey yaşayamadığın için hiç bir şey yaşamamaya karar verip, arayan eskimiş tek gecelik sevgililerinin telefonlarına cevap vermemek ama çoktan arkadaş çevrenizde 'hovarda/orospu' damgası yemiş olmak, hatta bazılarının sevgililerini sizden saklaması...

Arkadaşlarının istediğin saatte gelip, isterlerse gece kalabilmeleri, sabaha kadar istediğin konuda sohbet edebilmek... Diğer zamanlarda bu arkadaşlardan biri arar diye telefonu sürekli elinde taşımak, zırt pırt birilerini arayarak faturanın ciddi miktarda yükselmesini sağlamak... Çalan kapıya jet hızı ile koşmak, yanlışlıkla gelen biri ile bile ipe sapa gelmez sohbetler etmek...
Ev partileri, arkadaş grubu toplantılarıya da yemekleri için mekan düşünmek zorunda kalmamak; hep birlikte güle oynaya yemek, içmek, oyunlar oynamak... Ev toplantılarınızda insanların tanışıp kaynaşabilecekleri ortamı yaratarak, mutluluklarına katkıda bulunmak... Ve bazılarının evinize "et pazarı" tabelasını yakıştırmaları.

Diğer günler konuşacak, dokunacak biri olabilsin diye bir hayvan istemek, ilgilenemeyeceğinizden korktuğunuz için kendine yetebilen bir hayvan olan kediyi tercih etmek... Sonra da, "kedimi sevmekten bıktım, artık bir sevgiliye ihtiyacım var" cümlesinin kafanızda dönüp durması...

Böyle bir şey işte yalnız yaşamak... İki ucu ile birlikte kabul etmeniz, kabullenmeniz gereken bir şey... Hele belirli yaşa geldikten sonra, vakti ile bir seçim/bir tercih olarak başladığınız bu yalnız hayat; mecburiyet haline dönüştüğünde geri dönülmez yola girmiş bile olabilirsiniz. Aman buna dikkat edin.

Yanınızda "sevgilim / yoldaşım" diyeceğiniz biri yoksa da, çevrenizdeki insanları kağıt mendil gibi tüketmeyin... Bir gün o insanların size, sizin de o insanlara ihtiyacınız olacak.
Ama en iyisi mi, o yalnız yaşamı sizinle paylaşabilecek, sizin gibi yalnız birini bulun... Bu yazdıklarımı yaşamış, yaşayan birini... Sizi en iyi o anlayacak ve sizin değerinizi en iyi o bilecektir. Tabii ki, siz de onun değerini bilmelisiniz; aklınızda tutun ki, aslında hiç bir sorun sizi yalnızlığın yıprattığı kadar yıpratmayacaktır.

8 Ekim 2007 Pazartesi

Starcraft II - Fan Site Kit

Starcraft 2'nin sitesi açıldığından beri en geç 2 günde bir ziyaret ediyorum, yeni bir şeyler eklemişler mi diye... Bugün farkettim ki, caaaanım Protosslarımın Carrier'larını eklemişler.. Bir de "Fan Site Kit" diye bir şey yayınlamışlar. Blizzard sitelerini pek beğendiğim için hemen üzerine atladım...


Artwork ve screenshot klasörü haricindeki malzeme pek hoşuma gitmedi... Hele örnek site olarak dağıttıkları şeyi hiç mi hiç beğenmedim... Yani tamam, 3 yıl Ghost'u bekledik, bi 2 yıl da SC2 beklemeyi göze aldık ama bu taslak, onlara hiç mi hiç yakışmamış...
Yine de isterseniz, işe yarayabilecek birkaç malzeme var, ilgileniyorsanız: http://www.starcraft2.com

Geri sayım...

Eveeet, 3 gün kaldı... Perşembe sabahı bi çok sağlık probleminden kurtulacağım sanırım... En azından tıbii olarak yapılması gerekenler yapılacak... Hadi bakalım, geri sayım başlasın.


Ek:
Belki sonrasında bloga yazacak anlamlı bişeyler bulurum, şu an hayatımdaki herşey perşembe sabahına odaklanmış duruyor.

2 Ekim 2007 Salı

Diziler mi Dizi mi?

Geçtiğimiz hafta evde yatarken, biraz da mecburiyet etkisi ile, bakıcılarımın istediği şeyler seyredildi... Ve bunlar genelde TV kanallarındaki yerli diziler oldu...

- Ya bunu biz dün seyretmemiş miydik?
- Yok, o başka diziydi.
- Ama onda da bu olay olmamış mıydı?
- Evet ama başka türlü olmuştu.
- E bu çocuk da orada yok muydu?
- Yok sen karıştırıyosun.
- Ama yine bu sebepten şöyle olmamış mıydı?
- Evet ama onda başkası çıkartmıştı.
- ???!!!!!

Şimdi uzun saçlı esmer bi kız var, gözleri sürekli dolu... Standartlara göre fena değil, makyajla daha da güzel olmuş, oyunculuk sıfır... Karşısında kirli sakallı bi adam var, onun da gözleri sürekli dolu, tek yönden bakılınca yakışıklı ama diğer yönlerden gudubet, oyunculuk sıfır değilse de en çok bir... Etrafta kalabalık bi kadro; birileri sürekli yemin, and, adet, örf, aile (konsepte göre değişiyor) diyip duruyor.. Bu sözler söylendikçe gözler daha bir doluyor...

Hep aynı olaylar oluyor...

Seviyosan illa ağlayacaksın, mutlaka birileri arana girecek ve siz asla kavuşamayacaksınız ya da kavuşmamak için elinizden geleni yapacaksınız... Bütün olayı bir tek cümle çözecek ama hiç kimse çıkıp o cümleyi söylemeyecek ve herkes de o cümlenin söylenmesini bekleyecek. Bi kenarda herkesin peşinden iş çeviren ince dudaklı, esmer, şirret bi kadın ya da orta yaşın üzerinde bir adam var... Birileri hasta ya da yaralı; birileri iyilik perisi rolünü üstlenmiş ama güya geriplanda bırakılıyor.. Hep evli birileri başka birilerine aşık... Hep ortada bi bir çocuk ama kimden, nerden, ne olduğunu çözemiyosunuz...

Giysiler hep aynı, mekanlar hep aynı, tiplemeler hep aynı, ışık hep aynı, kamera hep aynı.... SENARYO hep aynı...

Bu düşüncelerimi "artık yeter" dediğim noktada arkadaşlara söyledim.. Ama onlar için bir şey değişmedi tabii ki :)

Ama asıl, aynı oyuncuyu farklı olduğu söylenen dizilerde gördüm ya... O saniyede öyle bi koptum ki, bir daha yerli TV, yerli dizi ASLAAAA!!!!

Ziplenmiş Film Özetleri

Bi süredir bloguma karamsar şeyler yazdığıma dair bi eleştiri aldım... "E güzelim, ben öyleysem blogum da öyle olur tabi" dedim... Söyleyen arkadaş iyi akşamlar dileyip gitti..

Neşeli bi giriş yapayım dedim, elimdeki tek malzeme olan ziplenmiş filmleri seçtim. Bi süre daha hayatımda herhangi bi hareket olmayacak görünüyor, idare edin...

1408
- Bu da olur, bunu da koyayım, şu da olsun.
- Böh... korkmadın mı?
- Höt... yine mi korkmadın?
- Ulan çok dağıttık senaryoyu, nasıl toplasak ki?
- Olmadı mı, oyuncu da işi götüremedi mi?
5/10 (Yazık... yazık...)

Zoom
- Bir kuş.. Bir uçak... Süper kahraman filmi... Yok aile filmi... Yok komedi ...
- Çorba oldu bu abi yaaa.
- Olsun, eğlendik di mi?
3/10 (Dünyanın en gereksiz filmi sayılır, ama seyrediliyor)

Ocean's 13
- Ben ünlüyüm.
- Ben de ünlüyüm.
- Ben senden daha ünlüyüm.
- Ben de az ünlü değilim hani.
- Ben de ünlüyüm yaa.
6/10 (Ünlü olmak her işi kolayca hallettiriyor mu gerçekten, yoksa ünlü seyrederken senaryoyu ortamı anlamadığımızı mı sanıyorlar?)

Laputa, Castle in the Sky
- Kale'yi bulmak istiyorum.
- Kale benim olacak.
- Kale'dekileri istiyorum.
- Kale'yi bulmam gerek.
9/10 (Miyazaki... tapılası insan üstü yaratık)

Memento (tekrar)
- royünöd relyeşrib adaruB
- elyö elkilniseK !tevE
9/10 (Tebrik, takdir)

28 Eylül 2007 Cuma

DSA v2

Eveet, dün itibarı ile ikinci DSA (digital substruction anjiyo) da yapıldı.. Daha önce yaptırdığım özel laboratuvarda öküzler tarafından kasaplık koyun muamelesi gördüğümü de anlamış oldum... Aslında bi üçüncü DSA (bu kez kalp) daha yapılacaktı ama, tansiyonum yerlerde sürünmeye başlayınca (72/30) erteledik... Sonrasında 6 saatlik bir gözetim periyodu ve açık hava.

Bu periyodun 4. saatinden bir görüntü aşağıda; artık rahatlamışım, serumum çıkmış, yatacak yerlerim dışındaki ağrılar geçmiş, hatta biraz da kestirmişim...


Şimdi evde dinleniyorum. Bacağımda bir delikle, sıkılmamaya çalışarak... Neyse, az kaldı artık, yakında bu hastane girişlerinin sonu gelecek.


Ek:
İyiyim, merak edilecek bir durum yok. Bypass'a gerek kalmadı, stent ile durum hallolacak.

Ek 2:
Hapşurunca, insanın tüm sistemleri gerçekten duruyormuş. Kalbin, bu duran sistemin bir parçası olduğunu, üstteki resmin çekilmesinden birkaç dakika sonra yaşayarak gördük.. Dit, dit, dit, düz çizgi, dit, dit, dit şeklinde..

23 Eylül 2007 Pazar

Avatar has Returned


Avatar the Last Airbender, aylardır beklettikten sonra 3. sezonu ile geri döndü. Kendine güveni olmayan ama cesur Avatar Aang, ona aşık anne ruhlu Katara, karizmatik toprak ve metal bükücü kör Toph, bükücü olmayan grubun zavallısı Sokka, iyi-kötü arasında kararını hala verememiş çift kişilikli Prens Zuko, Amca Iroh, Kaltak Azula tam gaz geri döndüler... Gecenin bi yarısında sabırsızlıkla bekleyerek, sonuçta heyecanla, zevkle ve şevkle izledim, bi daha bi daha izliycem...

Hele bölümden sonra bonus olarak verdikleri kısa Avatar hikayesi kopardı beni, yerlere yattım.

Senaryosu çok sağlam, fikir güzel, anlatım ve uygulama da... Uzakdoğu çizgi filmlerinin tadını taşısa da, Nickoledeon yapımı olduğu için daha Amerikan. Yine de anime tarzı efekt ve esprilere sıkça rastlıyorsunuz. 2. sezon ortalarında çizim kalitesi biraz düşmüş, hikaye biraz bayıklaşmıştı ama yeni sezonla birlikte ikisi birden mis gibi olmuş.

10 hafta hiç ara vermeyeceklermiş ama buna sevinemedim, tüm sezonu bi günde yayınlasalar yerimden kalkmadan izlerdim yani.

Kamera arkasını izlediğimde, senarist'in Aang yerine kendini koyduğunu görünce çok eğlenmiştim... Yani, Aang'i direkt yaratıcıya bakarak çizmişler..




Ek:
Night Shaçmalayan tarafından sinemaya aktarılan versiyonu 2008'de karşımızda olacakmış, anlayacağınız üzere hiç ümidim yok.

Ek 2:
Bi arkadaşım bükücü olabilseymiş, toprak bükücü olmak istediğini söyledi.. Çok karizmatiklermiş.. Bana yakıştırdığı rol ise, Avatar... Olsam olsam ancak o olabilirmişim. Heyt beah! (Acaba zayıf ve kel olduğum için mi?)

Ek 3:
Sokka'yı saymayı unutmuşum, sonradan ekledim... Bükücü olmayanlara karşı ayrımcılık yapmışım, pis faşistim ben.

20 Eylül 2007 Perşembe

Bi'yerde Duymuştum...

"Eğer dibe vurduysan, yapabileceğin tek şey gidebileceğin tek yöne doğru ilerlemektir: Yukarı."

13 Eylül 2007 Perşembe

Robot Adım

Harddiskimi kurcalarken aşağıdaki imajı buldum. Bunu yapan bir site vardı ama adresini hatırlamıyorum (tabii ki) ve aramaya da çok üşendim (doğal olarak). Neyse, bakın işte...



Ek:
http://www.namedecoder.com/

12 Eylül 2007 Çarşamba

Hastane, Testler, Beklemeler

Eveeeet, pazartesi gününden beri hastanede operasyonum ile uğraşıyorum... Daha doğrusu operasyon öncesi hazırlıklar ile...


O kata git, bekle, daha çok bekle, doktoru bul, bekle, bir dakikalık işini gör, öbür kata git, yanlış yere geldiğini anla, diğer kata git, bekle, daha çok bekle, biraz daha bekle, gibisinden şeylerle günleri geçiriyorum. Gördüğüm manzara daha çok şöyle:



Neyse ki, bugün son tahlilleri de yaptırdım (galiba). Yarın biraz daha bekleyip sonuçları doktora gösterebilmeyi umuyorum. Aslında ne beklemek, ne de uğraşmak bu kadar koyuyor. En çok koyan şey, bu hafta acayip bir boğaz enfeksiyonu/grip geçiriyor olmam.




Ek:
Alışmışım özel hastanelerin kolaylıklarına, diğerleri inanılmaz geliyor. Mecbur olanlara kolay gelsin.

Kitlesel Saldırı



11 Eylül yıldönümü yaşandı. Ankara'da, yukarıda niçizane telefonumla fotoğrafını çektiğim otoparkta bir minibüs, içinde (haberlerde rakam üzerinde anlaşamamış olsalar da, 300 ya da 600) epey bi kilogram patlayıcı ile yakalandı. Nasıl yakalandığı konusu da meçhul ama iyi ki yakalandı, vereceği zarar epey ağır olurdu. En azından beni kaybederdiniz, çünkü hastanemin 200-300metre ötesinde.

Benim kafama takılan şeyler:

- Kitlesel bir saldırı yapmak nasıl bir zihniyet gerektirir?
- Kendince bir ideale erişmek yolunda, konu ile hiç bir alakası olmayan kişileri yoketmek, ne fayda sağlar?
- Tanrı "öldürmeyeceksin" dediyse, bu lafı yorumlamak, şöyle olursa böyle olur demek hadsizlik değil midir?
- Masumların kanı ile toplumu terörize ederek, yıldırmak ya da dikkat çekmek mi amaçlanıyor?
- Şiddetin karşılıksız kaldığı görülmüş müdür?

Ve bu soruların devamı geliyor... daha onlarcası, yüzlercesi... Sorularımda eksikler olduğunu düşünüyorum, kendimce bulduğum cevaplarımda da...

Ahkam kesmeye hazır olsalardı (yoksa çoktan kestim mi) sizinle paylaşırdım... En iyisi ben düşünmeye devam edeyim..




Ek:
Yaw kesin manyağım ben, niye düşünüyom ki bunları?

Ziplenmiş Film Özetleri

Son günlerde gribimsi bir boğaz enfeksiyonu nedeni ile evde olduğum sürenin çoğunu kanepede geçirdiğim için epey film izledim. Buyrun ziplenmiş özetleri ve değerlendirmem:

Fracture
- Öldürdüm.
- Öldürmüş.
- Yok öldürmedim.
- Haydaaa, şimdi öldürdüm dedin.
- Yok öldürmedim... Sen inanma.
- Bu adam da pek yakışıyo böyle psikopat katil rollerine ama acaba öldürdü mü?
5/10 Benim için hayalkırıklığı oldu. İzlemeseniz de bir şey kaybetmezsiniz.


Mr.Brooks
- Öldürelim.
- Hadi öldürelim.
- Ben de öldürücem.
- Yok ya, asıl bunu öldürelim.
- Yok öldürmeyelim. Herkes herkesi öldürüyo, ayağa düştü bu iş.
7/10 Haftanın sürprizi oldu. Beklentim düşüktü, oldukça tatmin ediciydi.

Meet The Robinsons
- Animasyon yapalım, bok gibi para kazanalım.
- Aile filmi olsun ama nasıl yapıyoduk onu biz.
- Ya bu senaryo nerde, gören var mı?
- Bari yalakalık yaparak bitirelim.
- Şu kelebeği de konduralım.
- Hah, pek de güzel oldu.
2/10 Haftanın rezaleti, ikinci Barnyard vakası.


Captivity
- Ben güzel bi ünlüyüm.
- Ben röntgenci bi katilim.
- Ben ise şuursuzum.
3/10 Ben de izleyiciyim yani, öküz yerine konmayı sevmem.

Perfect Stranger
- O bir şeyler çeviriyor.
- Biz de bişeyler çevirelim.
- Sen benden gizli bir şeyler çeviriyorsun.
- E sanki sen çevirmiyorsun.
- Gördüm, gördüm. Siz bişeyler çeviriyosunuz.
5/10 Oyunculara yazık.

The Marsh
- Ben kimim, burası neresi?
- Sen kimsin, burada ne işin var?
- O kim, burada ne oldu?
- Asıl sen söyle bakalım, şurada ne oldu?
- Sen biliyosun zaten.
3/10 Bir kaç güzel malzeme, kötü bir karışım, beceriksizlik ve gereksizlik örneği.





Ek:
Kesin büyüyünce manyak olucam katliam filmleri izlemekten.

11 Eylül 2007 Salı

Tam Hayvanlık

Gelen ıvır-zıvır mesajlardan birinden bir adet "tam hayvanlık" örneği çıktı... Buyrunuz:


Uçaktasınız ve yanınızdaki adam sizi gıcık ediyor.
Yapmanız gerekenler:

1 - Yavaşça laptop çantanızı çıkarın.
2 - Laptop'u dizinizin üstüne koyun.
3- Laptop'u açın
4- E-mail programınızı açın.
5- Yan taraftakinin ekranı gördüğünden emin olun.
6- Gözlerinizi havaya dikip dua edin.
7- Ve bu linki tıklayın.

9 Eylül 2007 Pazar

4.5 Saat


Uzun süre önce arşivime kattığım ama süresi nedeni ile izleyemediğim bir filmi, zipsiz bir şekilde, tavsiye edeceğim. Adı "The Lost Room"...

Aslında film de dememeliyim; Sci-Fi televizyonu için çekilmiş, her biri 1.5 saat süren 3 bölümden oluşan bir mini dizi... Six Feet Under'dan tanıdığımız Peter Krause başrolde...

Senaryo, oyunculuk, efektler açısından bakıldığında izlediğim (özellikle son dönemdeki) çoğu filmden çok ama çok daha iyi bir yerde. Bugünlerdeki moduma rağmen 3 bölümü arka arkaya izleyebildim, çünkü bırakamadım... Üçüncü bölümde bir parça yavaşlama olmasına, gümbür gümbür olmasını istediğiniz sonu sessiz sedasız ama mantıklı biçimde bitirmelerine rağmen (beklentimi çok yükselttiler, ben ne yapayım) zevk alarak, gözümü kırpmadan ve çişimi tutabileceğim son saniyeye kadar tutarak izledim.

Tavsiye ediyorum.


Ek: Zipleyeyim...
Joe Miller (kapıyı açar): Kızım?
Diğer herkes: Objeler?
Joe Miller (kapıyı açar): Kızım?
Diğer herkes: Objeler?
Aynı döngü 4.5 saat tekrarlanır.

Akıl, Fikir Eksikliği - Depresif Takıntı

Depresifim bir süredir... Düzensizlik bir yandan, yalnızlık öte yandan; ertelediğim/ertelemek durumunda olduğum ama sonuçta yaklaşan operasyon günüm, anlamsız sorunlar, stress ve 438'in ortasında hala netleştiremediğim noktaların acısı nedeni ile depresyondayım...

Yeni bir şey değil, 4 haftadır yoğun olarak yaşıyorum ve hala kendi başıma dayanabiliyorum; ya da dayandığımı sanıyorum. Etrafa pek çaktırdığım yok, ya da ben öyle sanıyorum... Fark eden oldu mu, a dostlar?

Hep az kaldı, az kaldı diyorum ama bu gidişle dibe az kaldı sanki... Daha önce defalarca dibi görmüş ve tekrar yüzeye çıkmış biri olarak (yukarıdaki beni seviyor, teşekkürler) yine aynı şey olacak ümidi içerisindeyim. Yani olursa şaşırmam ama bu kez pek de olacakmış gibi gelmiyor.

Çok yakında bir köşeye mendilimi açıp, akıl-fikir dileneceğim... Fazlanız varsa, şu garibe lütfen...

31 Ağustos 2007 Cuma

Zip'lenmiş Film Özetleri

Bundan sonra, buradaki girişimin bir benzerini yazmak yerine, Sercan'ın blogundan arakladığım yöntemle, izlediğim filmleri yazacağım:

In 3 Tages Bist Du Tost:
- Üç gün içinde öleceksin.
- Lay lay lom.
- Biz burada sadece üç polisiz, birimiz de sigara içmekle meşgul.
- Biz genciz, kendimiz hallederiz.
- Aferin. Öl, öl, öl.
(2/10)

Happy Feet (9.kez)
- Hipidi hop. Çıkıdı çıkıdı, çap çap.
- Höt, dinsiz.
- Takıdı tukudu, tak tak.
- Dünyayı kurtaralım.
- Olur, hemen.
- Glorya, o şişkoya mı veriyosun?
- Çıkıdı çıkıdı, çap çap.
(9/10)

300 (5. kez)
- Döverim.
- Babayı döversin. Gayiz biz.
- Al sana, al sana.
- Nahhh!!! Gayiz biz.
- Diz çök.
- Spartaaa... Gayiz dedik.
(8/10)

Tenacious D, Pick of Destiny
- Biz rockçıyız.
- Biz şişkoyuz, buyrun bunlar da götlerimiz.
- Biz salağız. Biz salağız ama rockçıyız.
- Biz komik olmaya çalışan rockçı şişko salaklarız. O filmden, bu filmden arak yaparız.
- Meat Loaf, Ronnie James Dio.
(4/10)

Sınav
- Güzel bi film yaptık, senaryo idare eder ama anlatım, oyunculuk felan süper, görüntü yönetmeni de iyi iş çıkardı, müzikler de yakıştı, sosyal mesaj verip sistem eleştirisi de yaptık... Arada bi de VanDamne kattık mı süper olur...
(7/10) Beni şaşırtan bir film oldu, dalga geçecek pek bir şey bulamadım. Ama Van Damne gerçekten *aşırı* gereksizdi.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Rubik'in Deli Küpü

Kübik arkadaşım Rubik Küpü almış... Eski günlerin hatrına oynayıp duruyordum... Tabi, benim oynamam günlerce sürdü ve sonuç alamadım...

Bu linki keşfedince de, bıraktım zaten kenara... Ben bi zavallıyım...

Ek:
- Düzgün formüllerden oluşan bi site bulamamıştım, artık kendim yapabilicem.. Nihoahaha

h-Afta s-Onu

Haftasonu tembelliği (yani bana göre eğlencesi) evden 36 saat boyunca çıkmayıp film izleyerek ve garip oyunlar oynayarak yaşandı... Buyrun, haftasonunun beni en çok eğlendiren onu:
-----------------------------------------------------------------------------------
1) Prestige : Her seyredişte farklı tad alıyorum, tavsiye...

2) Howl's Moving Castle : Söylenecek söz yok, ama onküsuruncu kere seyredince birinciliği kaptırıyor.

3) Die Hard 4.0 : Eh, tür için epey güzel, seyredilir, eğlenilir...

4) CSI:NY : Niye bu kadar çok seviyorum bu dizileri ben.. Bigün cinayet işliycem galiba...

5) Magic Academy, Mortimer Beckett and the Secrets of Spooky Manor, Ravenhorst, Agatha Christie's Death on the Nile tarzı oyunlar.. Evet hepsini oynayıp bitirdim, beynim döndü...

6) Evan Almighty : Hiç bir şey beklemeyin, eğlenirsiniz... Devam filmi diye "büyük ihtimalle kötüdür" önyargısına da kapılmayın... Zeki espriler var...

7) 4: Rise of The Silver Surfer : Sanırım filmin başrolünde Silver Surfer var... Evet, evet öyle... Diğerleri figüran, onun dışındaki şeyler senarist zorlaması, sadece o bölümleri seyredebilirsiniz...

8) Misafirlere misafir olmak... Bütün haftasonu yatıp tüm işleri evde misafir olan arkadaşlara bırakmak... Sürekli içecek istemek...

9) Çok sevdiğim birinin çok sevindirici haberini almış olmam... Bkz: yantaraf

10) Disturbia : Hmmm... Eeee, ne desemmm... Belli yaşa hitab et, Hitchcock'tan arak yap, sonrası.... Boş iki saat, gençlere tavsiye edelim...


ek:
Bu girişi blogumun en gereksiz ve zorlama girişi ilan ediyorum.. itirazı olan sıraya geçsin...

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Strom Varx 2

Login ekranındaki linklere, reklamlara vs hep gıcık olurum... Ama az önce "iyi ki tıklamışım" olduğum bir link ile karşılaştım...

Başarılı... detaylı incelenmeli...

http://stromvarx2.blogspot.com/

Ben ve Ünlüler

Nereden esti bilmiyorum, sabah sabah (malum mekanda, malum işi yaparken) aklıma bir soru geldi: "Ulen, bu yaşa geldin, kaç tane ünlü ile karşılaştın ki?"

Epey bi düşündüm, listemi oluşturdum, iş dünyası ve konserleri çıkarttım... Buyrun size, 3 metreden daha yakından gördüğüm, ünlüler listesi:

- Aylin Aslım (disco)
- Can Dündar (otel)
- Duman (hepsi birden, uçak)
- Harun Kolçak (bar)
- Hüseyin Turan (asker)
- İzel (uçak)
- Kibariye (duty free)
- Mahmut Demir (sokak)
- Murathan Mungan (cafe)
- Nedim Saban (bar)
- Rasim Öztekin (sokak)
- Rober Hatemo (bar)
- Serdar Ortaç (asker)

"Magazinsel açıdan pek şanssız bir hayatım olmuş" dedim kendi kendime... Bu düşünce, "olm, manyak mısın sabah sabah aklına nerden geldi bu? hadi bitir işini daha duş yapıcan" şeklinde bir azar ile tarafımca sonlandırıldı, iyi de oldu...

ek:
* aklımdan geçen başka bir düşünce de bu listede "XXXX (yatakta)" girişinin olmamasıydı. Azar gelene kadar olası yatak girişleri düşünülerek, işimize devam edildi.

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Stick Magnetic Ribbons on your SUV

Sabah sabah günümü şenlendiren şey:

Sözleri de buraya ekleyeyim:

My cunt, my cunt,
My country's calling me;
Asshole, asshole,
A soldier I will be;
To piss, to piss,
Two pistols by my side;
A whore, a whore,
A horsie I will ride!

I'm sitting here in Iraq,
And I wish my head had eyeballs in the back.
It's a bummer that my Hummer isn't armoured to a teeth
Show me your support; you spend a Dollar ninetythree.
A Dollar ninety three.

Oh, Stick magnetic ribbons on your SUV,
Keep your apathy and get off scott-free.
If I don't see a ribbon on that SUV,
I'll call you a red,
Wish you were dead,
Put the blame on weed.
If I don't see a ribbon on that SUV.

Please don't send me to Iran.
And I sure don't wanna see Afghanistan.
Any day now I could be another grunt sporting a stone.
So buy another ribbon while you're paying at the pump.
You're paying at the pump.

Go stick another ribbon up your SUV.
Stick your apathy up your passivity.
If I see another ribbon on that SUV:
I'll flip you the bird and make a word of the day; complacency.
So stick that stupid ribbon up your S-U-V

Now the whole damn world is bleeding
And the last thing that we need
's another fucking ribbon on that gas-guzzling SOB…

12 Ağustos 2007 Pazar

Misafir

Bir haftadır evimde bir misafir var, komik bi çocuk. Aslında eşşek kadar bi adam ama ben ona çocuk demeyi tercih ediyorum. Eşşek kısmı da doğru değil aslında, 6 ay öncesine göre 29 kilo verdiği halde hala ayı gibi olan bi çocuk işte, kürkü de var... Dizüstü bilgisayarı ile salona kapattım, arada bir görüşüyoruz kendisiyle..

Duvarkağıdına ise bayıldım, sizinle de paylaşayım dedim, belki kendisi hakkında fikir verir. Buyrun:



Stajı bir ay kadar sürecekmiş ve görünüşe göre bu süreyi benimle geçirmek niyetinde... Bakalım o zaman da hala "komik bi çocuk" diyebilecek miyim...

Ek:
Duvarkağıdı zevkinin, müzik zevki ile alakası yok.

10 Ağustos 2007 Cuma

DSA

Bir süredir bacağımdaki kasılmalar nedeniyle doktora gidiyorum... Röntgen, renkli doppler vs derken bir de DSA çektirmemi istedi... Hatta doktorum, filmin çekileceği yerden randevumu bile aldı...

Lay, lay, lom diyerek işyerimden 1 saat izin aldım ve filmin çekileceği yere gittim. Soyun dediler soyundum, yat dediler yattım... Yüzümün önündeki kocaman makina parçası dışında bir şey göremeyerek bekledim... Şöyle bir şey işte:


Cart diye bir iğne girdi kasığıma, sonra "kasılmayın iğne yapıyorum" dedi bir kadın... Çok canım yandı... Sonra tekrar bekledim, biri daha geldi ve bir cart daha.. Daha çok canım yandı...
Ben: "Ya bir şey rica edicem, bir daha iğne felan yapmadan önce haber verir misiniz?"
Onlar: "Yok bitti bile, şimdi anjiyonuzu yapıcaz".

Ne, ne, ne, neeeeaaaa???!!!! bile diyemeden, bol miktarda ter dökerek, hatta kan şekerimi düşürerek işlemin bitmesini bekledim. Yani, DSA dedikleri şeyin A'sı anjiyo demekmiş, tam açılımı ise Digital Substruction Angio...

Sonra kasık üzerinde kum torbaları ile 1,5 saat yattım. Sonra eve gidip akşama kadar daha yattım, sonra 2 gün rapor alıp 48 saat daha yattım... Son 24 saat olağan bir pazar günü geçti, o kadar iyiydim yani... Doktorun "dizine kadar morarma olabilir" hatırlatması ise gereksiz kaldı, ikinci günde kızarıklık bile yoktu.

Sonuçta: doktor direkt anjiyo dese, belki stres yapacaktım, belki yaptırmamak için bahaneler bulacaktım. Ama okuduğunuz üzere, ikinci bir "oldu da bitti maaşallah" vakası yaşadım. Gerçekten de oldu da bitti...


Ek:
Bacaklara giden aorttaki ayrımdan hemen sonrasında sol taraf "nerede ise tamamen", sağ taraf ise "yarıdan fazla" tıkalı..

Ek 2:
Sanırım haftaya "Stent taktırma ya da balon operasyonu" başlıklı bir girişim daha olacak...

5 Ağustos 2007 Pazar

Bu neeeeee

Detay fotoğrafları çekme konusunda, şöyle çalışmalarım olmuştu, kimse anlamadı neyin fotoğrafı olduğunu...


Schweppes Limon şişesi



İşyeri bahçesindeki ahşap masa



Nike marka ayakkabımın tabanı



Sigara paketindeki TAPDK logosu



Kot pantalon


Sol avuç içim

Pek bi eğlencesiz...


Bi süredir kafamda dolanıp duran bi cümle var... Her zaman kendimi çözme, olayları analiz etme çabaları sonrasında, kendiliğinden kurulan ve gerçekliği araştırılıp özeleştiri yapılmaya çalışılan bir şey:

"Ben pek bi eğlencesiz biriyim"...

Sebep:
Daha önceki girişi buraya dahil edelim. Herkesin önem ve değer verdiği (onların yalancısıyım), zor anlarında sığındıkları, dertleştikleri, yardım istedikleri vs vs vs vs biriyken; aynı kişilerin yaptığı/düzenlediği/katıldığı eğlenceli şeylerden haberdar edilmemem/davet edilmemem...

Yorum:
Yani ciddi olan her bişeyde varım, ama eğlence adına yapılanlarda yokum...

Sonuç:
Demek ki ben pek eğlencesiz biriyim; eğlenmiyorum, eğlendirmiyorum...

Zeki, bilgili, görgülü, yardımsever, dost, arkadaş, baba, düşünceli, söz dinleyen, söz dinleten, yorumlar yapan, eğiten, doğru yolu gösteren biri olmaya çalıştım hep, yani "iyi" olarak tanımlanan biri... Ama sosyal, sıcak, yakın, eğlenceli, komik, arzulanan, istenen gibi şeyler olmayı unutmuşum...

Tüm dost, arkadaş ve tanıdıklarımdan özür dilerim...



ek:
Yazarken farkettim ki, "Öğreten Adam ve Ak Sakallı Dede arası biri" olarak da tanımlanabiliyorum...

ek 2:
Bu konuda çalışmam lazım; sosyalleşmem, dışarı açılmam... Kendime Not kısmına ekleyeyim :)

ADSL fiyat indirimi

ADSL fiyatlarının indirildiğinden ve 6 Ağustos 2006'dan itibaren yeni hızların otomatik olarak ayarlanacağından haberi olmayan kalmadı... "Güzel bir haber" sınıfına sokuldu... Kimilerine göre "missss gibi" oldu, kimileri "elalem 20MB bağlantıyı 20YTL gibi fiyata alırken" çığlıkları attı... Beni de kara kara düşünceler aldı...

Yeni durumda hattım 512KB'den 2MB'e çıkacak ve 9YTL daha az para ödeyeceğim... Burası güzel haber sayılabilir-di...

Excel dosyamın durumu vahim.. 400GB'ın üzerindeki harddiskte yatan filmlerden ilk basacağım film 4058. olacak... 512KB hat ile buralara geldiysem, 2MB'e çıkartılan hattım ile ne yapacağım ben????



Gelsin boş dvd masrafları, gitsin ek harddisk masrafları... Off anam offf...

"Save internet as" yapıp alemden çekilmenin ya da kendimi internetsiz bir dağ başına kapatıp henüz izlemediğim (ama bastığım ve listeye girdiğim) binlerce filmi izleme zamanım geldi galiba...

Ek:
Buraya bunları yazarken "artık sadece dvd indireyim, torrent kullanayım, tüm arşivi yenileyeyim" gibi düşünceler oluşturan beyin bölgemi zikmek istiyorum, yapabilirsem.

3 Ağustos 2007 Cuma

Windows...rrrgghhh....XP


Salakça bir virüs problemi yaşayıp Windows XP bir daha açılmamaya başladığından beri, evde hiç bir iş yapamaz oldum...

Tekrar XP kur, aman C'ye kurdurmuyor D'ye kurayım, aman datalarım göçmesin, ama D'den çalışınca çok salak oluyor C'ye format attırmıyor, bir daha XP kurayım bu sefer C'ye olsun.... İş sadece Windows kurmakla kalsa neyse; yüzlerce cd arasından sürücü ve program bul, programları tekrar kur, ayarları tekrar yap, eski ayarları yeni programa taşı, eski alışkanlıklara tekrar dönmeye çalış.... Arada uçup giden saatler, günler... Sonuçta hiç bir zaman eskiye tam olarak dönemeyip, yeni alışkanlıklar edinmeye çalış...

Saçma sapan bir yolla virüs kaptığım için kendime mi kızayım?

Saçma sapan bir yolla sistemi çökertecek virüs yazana mı kızayım?

Saçma sapan bir yolla saçma sapan bir yöntemle kapılabilen saçma sapan bir virüsün bile çökertebildiği bir sistem yazana mı kızayım?

Sonuç 1:
Saçma sapan bir yolla saçma sapan bir yöntemle kapılabilen saçma sapan bir virüsün bile çökertebildiği bir sistem kullandığım için kendime kızarak olayı kapattım.

Sonuç 1 (geriplan): İlla kızılacak birilerini aramamın (ve bulmamın) nedeni olarak "alışkanlık" denen şeyi gösteriyorum. Hayatı kolaylaştıran, çekilir kılan, gücünüzü aradaki detaylara değil asıl hedefinize ulaşmak için kullanmanızı sağlayan şeyler.. Çoğu zaman düşünmeden yaptığımız hareketlerin, hayatımızda bu kadar büyük yeri olması ve (alışkanlıklarımızın) düzenleri bozulduğunda bunu tekrar yoluna koymak için çok daha büyük çaba göstermemiz gerekliliği... Bu konuda bi ara başka bir başlık açayım...

Sonuç 2:
XP pikniği süpermiş, yapanlara (İbrahim Delil & Burak Yılmaz) tebrikler... Buraya da pek yakıştı...

24 Temmuz 2007 Salı

"EVET" ...ama sana değil

Sana rağmen "EVET" dedim, elim titreyerek... Bilmeni isterdim ki bu "EVET", sen onu hak ettiğin için değil, diğerleri haketmediği için sana gitti... Mecburen sana evet demiş olmam içimi bu kadar çok acıtırken, senin bunların hepsinin hakkın ve başarın olduğunu düşünmen içimi çok ama çok daha fazla acıtıyor.

İlk söylenecek sözü hiç bir zaman söyleyemeyecek olduğunu, mutlaka senden önce birinin söz üretmesi gerektiğini biliyor muyum? Senin o durduğun noktaya hiç bir zaman layık olmadığını düşünüyor muyum? Sadece ama sadece kendini bir şey sanabilmek için, geri dönüşü olmayabilecek yollarda oynadığın tanımlanamayacak oyunları biliyor muyum?

Artık, gitmeni istiyor muyum?
EVET, EVET, EVET...

21 Temmuz 2007 Cumartesi

Günün Objesi #1

Genelde birşeyleri beklerken, etrafımdaki objelerin detay resimlerini çekerim... Bakalım ne olduğunu bulabilecek misiniz?

1)



2)



3)



4)





5) ... ve işte günün objesi....

20 Temmuz 2007 Cuma

Müjdeler olsun! Yeni bir annem oldu...

Bugün öğrendim ki; 10 aydır yeni bir annem varmış. Hem de resmi olarak...

Annemin (kendisi 75 yaşındadır) nüfusa kayıtlı olduğu yerdeki nüfus idaresi, var olan kayıtlar ile doğum belgesi arasında uyumsuzluklar olduğunu farketmiş ve nüfus kayıtlarını, bize haber vermeye gerek görmeden, düzeltivermiş (?!).

Artık başka bir isme sahip, birkaç yaş daha yaşlı ve farklı bir yerde doğmuş ("Mihze" diye bir yer duyanınız var mı?) bir kadına anne diyeceğim.

Bolca esprisi yapılabilecek bir konu. Hatta ilk espriyi ablam "sen başka bir kadının çocuğusun, bana abla deme" diyerek patlattı. Ama resmi olarak araştırdığımda; yeni nüfus cüzdanım haricindeki kimlik belgelerim, pasaportum, 10 yıllık Amerikan vizem, tapularım, ehliyetim, SSK kayıtlarım, sigorta kayıtlarım, emeklilik kayıtlarım ... özetle tüm resmi belgelerimin/kayıtlarımın değişmesi gerekecek... Yani değiştirmem gerekecek...

Kendi oluşturdukları belgelerde yaptıkları hatayı 75 yıl sonra farkedip, hemencecik düzelterek bu sonuçlara neden olan Nüfus Dairesi çalışanlarına teşekkürler ediyorum.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

Erix hilesi



Cep telefonumda Erix adında bir oyun var. Zaman geçirmek için mutlu mesut oynayıp duruyordum. Hilesini keşfettim ve tüm zevki gitti, şimdi sadece nereye kadar gideceğini görmek için oynuyorum.

- Ekranda "Oops, try again" yazısını gördüğünüzde; önce "Back", sonra "Resume Game" yaparsanız aynı seviyeden oyuna tekrar başlıyorsunuz, böylece can kaybetmemiş oluyorsunuz.

17 Temmuz 2007 Salı

Dört Yapraklı Yonca Konsepti

Bu yaşıma geldim, hiç dört yapraklı yonca görmemiştim. Sonra bunu buldum:



Şaşırdım, sevindim. "Şans getirecek" dedim. Sonra devamı gelmeye başladı... Arada sırada karşıma çıkan (!) 4 yapraklı yoncaları eşe-dosta dağıttım.

Başka bir gün ise iki tane birden bulup, "hayatımın en şanslı günü" diye düşünmüştüm:



Üstte gördüğünüz ikiliden bir hafta kadar sonra ise, aşağıdakini buldum:



"Tamam, bu konsept ölmüştür; bu olayın b*ku çıkmıştır artık" dedim...

Bugün ise (sanırım) onbirinci dört yapraklı yoncamı buldum... İlgilenmedim hiç, koparmadım da...

Anagram

"Memdali"nin anagramına baktım, bu adresten. En üst sırada "dilemma" çıktı... Daha ne diyeyim ki?

Neyim ben?

İyi dost, iyi arkadaş, iyi dert ortağısındır... İyi baba, iyi abi olursun, sığınılacak limansındır, yardımsever adamsındır... Ama o kadarsındır. Etrafında bi sürü dost ile ve kalbinde kocaman bi boşluk ile yaşar gidersin ama bundan şikayet etmeye vaktin bile olmaz... Etsen de çaresi yoktur, çünkü herkes seni dost olarak görmektedir.

Bi ben eksiktim.

Bu da oldu, tam oldu... Sanki buna vakit bulabilecekmişim gibi... Onun var, bunun da var, benim neyim eksik, ben de güzelim - ben de yaparım... Diye başladım..

Çok lazımdı...