29 Aralık 2008 Pazartesi

Terzi söküğü

www.memdali.com adresini 2008 başında almıştım, ama bir web alanım bile yoktu...

3 gündür bir web alanı sahibiyim, bakalım terzimiz söküğünü ne zaman dikebilecek....

Ne koyacağımı bile bilmiyorum ya, cümlemize hayırlı olsun....

2 Aralık 2008 Salı

Kulaklarım dolusu

Şu aralar tekrar tekrar dinlediğim şarkılar... Belki ruh halim, hissettiklerim ve yaşadıklarım hakkında ipucu verir..

1) Another Way to Die - Alicia Keys & Jack White
(Sean Connery gözümde en iyi Bond idi ama Bond filmlerini sevmezdim.. Artık seviyorum, yeni Bond, yeni tarz çok iyi oldu)

2) Uçurum - Murat Boz
(Bu çocukta iş vaaaarrrrrr... Kesinlikle var, sadece biraz desteğe ihtiyacı var. Kendini bitiren Tarkan'ın yerine tek adayım)

3) Closer - Ne-yo
(Lay lay lom, kuşlar böcekler otlar çiçekler...)

4) Deceiver - Disturbed
(Tabii ki... You've mastered the art of deceiving me)

5) Night - Disturbed
(Hala gece.. Hala yalnız.. Ama artık korkmuyorum, yaşasın GETL hareketi!!!)



EK: Neden yazdım ki bunları?... Gereksiz bir post işte, sadece yaşıyorum demenin bir başka yolu...

15 Ekim 2008 Çarşamba

İstiyom - 2


Dün yolladığım girişten sonra üzerinden çok geçmedi ki, gidip kendime hediye aldım... Bakınız yukarıdaki resim.

Ama... ama... ama... ben kutuya dönüşebilen bir tane istiyorum.. Tamam bu da kutu olabiliyor ama parça değiştirmek, parçaları çıkarmak felan gerekiyo.. Hile yapıyolar yani...


Ek: Evet, bu da Çin malı... Orada üretilmeyen ne kaldı ki... Yakında Hollywood filmleri de orada çekilecek...

14 Ekim 2008 Salı

İstiyom

Bana hediye almak isteyenlere açık duyuru:

a) Bundan istiyorum, bulabilirseniz...




b) Kostak beyefendi hazretlerinin içine ettiği lap top çantamın yerine yenisi de olabilir..
c) Bana şöyle sıkıca bi sarılabilirsiniz, bu daha makbule geçebilir... :)

6 Ekim 2008 Pazartesi

Çok kıskandım "18200"



İngiliz'in biri (adını kıskançlığımdan anmıyorum) 18200 parçalık puzzle'ı bitirmiş... Kıskandım, hatta ortadan ikiye ayrıldım diyebilirim....

Haber için buraya tıklayın.

3 ayda, 350 saat çalışarak yapmış... Ben daha kısa sürede yapardım, eminim....

Hıh...

24 Eylül 2008 Çarşamba

Söylenmişi var

This idiot won't let me go, something penetrating the mind.
I tell you now my little puppet, you've suffer me.
You want to let me go to live and over come your life
and ensure you survive.
Little puppet don't die.
Let me, let me die.
Little puppet don't die.
Let me, let me die.
Little toy don't die.
It's all been a lie and I'll never come to know why
I learn to discover you're leading me now.
It's all been a lie I don't ever want to know why
You've mastered the art of deceiving me now.

2 Eylül 2008 Salı

Doğum günü kutlu olsun

Sevgili yaramaz oğlum, Kostak beyfendi hazretleri haşmetmeab, 1 Eylül 2008 itibarı ile 1 yaşına girdi...

Pastası yoktu ama bir kase süt ve bir tabak tavuk köfte ile kutladık, hediye olarak da uzun bir balkon keyfi aldı. Yarın bi oyuncak alayım bari.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Eskilerden: Depresyonun en dibi

Gecenin içine kaçıp gider gibi ortadan kaybolmak istiyorum. Herkesin gittiğimi bilmesini, herkesin artık beni yok saymasını istiyorum. Gitmek istiyorum ama bir anda değil, yavaş yavaş; gittiğimi göstere göstere, ben gidiyorum çığlıkları ata ata. Herkesin duymasını, herkesin bilmesini, herkesin beni unutmasını istiyorum; her şeye rağmen.

Bunca yılda yaptıklarımı akıllardan silemem ama hiç kimsenin onları benim yaptığımı hatırlamasını istemiyorum. Bunca yılda yaşadıklarım bilinsin ama yaşayanın ben olduğumun unutulmasını istiyorum. Her şeyin, herkesin bensiz güvenli ve sağlam şekilde devam etmesini, aksamamasını, devam etmesini istiyorum; her şeye rağmen.

Sevdiklerimin mutluluğunun sürekli olmasını, gittiğim için üzülmemelerini istiyorum. Birlikte yaptıklarımızı, birlikte yaşadıklarımı hatırlasınlar ve bensizken bunları hatırlasınlar ama tekrarlayamayacaklarımız için üzülmesinler istiyorum; her şeye rağmen.

Başkalarında yaşadığım hayatın artık sona ermesini, hayatımı kendi kendime yaşayabilmeyi; yaşadıklarımın benim olmasını istiyorum.

Ek: Yeni bir yazı değil... 2 Kasım 2006'da yazmışım... O zamandan bu zamana ne kadar az şey değişmiş...

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bu ne beee - 2

Ceplerimin boşaldığını bildiğinden, rüzgar esmiyor artık ellerime. O da biliyor artık bende ne can kalmış ne cana dair bir umut. Gözlerimi kapatıp, o bir türlü doğmayan ve belli ki doğmayacak ışığa veda ediyorum. Ne yol kalıyor, ne yolun karşısı, ne uzaklar.

Kollarımla boşluğu sarıp tenimi gelmeyen sabahın gecesine bırakıyorum sessizce. Hissediyorum ki gece sinsice sokuluyor, örtüyor, kapatıyor; yeni bir ten oluşturuyor bedenime. Sakince karşılıyorum geceyi.

Geriye benden ne kalacağını bilmesem de, aklımın gerisinden duyulmaya başlayan gecenin anlatılmaktan eskimiş hikayelerine teslim ediyorum kendimi...

Karşı koymadan...

Kıpırtısızca...

Ve zaman tükeniyor...




Ek: Yiğenimin düğününde, yine cep telefonu ile bu kez kendime göndererek yazdım. İnsanlar orada eğlenirken ben bir köşede bununla uğraştım, sonra da bunu da geceye bağladım ya, aferin bana. İyi halt...

Ek2: İlk bölüm ile arasında kopukluk oldu, bi ara gaza gelirsem o boşluğu doldurayım.

10 Ağustos 2008 Pazar

GETL - 1 : The Dark Knight

Pek sevdiğim, pek takdir ettiğim Christopher Nolan'ın yönettiği The Dark Knight filmine gittim...

Film hakkındaki övgüleri ve yergileri duyuyordum.. Uzun bir film diyorlardı. Evet, uzun bir film ama sağlam bir film. Süresi sizi korkutmasın; alıp götürüyor, eğlendiriyor, kaptırıp gidiyorsunuz. Sağlam senaryosu, iyi oyunculuk, görsel efekt şölenine dönüşmemiş herşeyi ile yerinde aksiyon sahneleri ile çok başarılı bir film...

Heath Ledger'in ardından bu kadar başarı elde ettiğini düşünenler yok değil, ben de öyle düşünmüştüm aslında. Ledger'in oyununu görüp de karşısındaki Christian Bale, Morgan Freeman, Gary Oldman ve Michael Caine gibi başarılı kabul edilen (yani benim ettiğim) insanları nasıl ezdiğine şahit olunca, kaybına bir kez daha üzüldüm... Büyük ihtimal bu yıl oscarı da ona verirler, ama sırf adam öldü diye değil, gerçekten hakettiği için...Tim Burton'ı seven, Jack Nickholson'u da takdir eden biri olarak Batman'in önceki 4lemesindeki Joker karakteri ile Ledger'in Joker'ını karşılaştırma düşüncem vardı.. Ama hiç gerek kalmadı... Joker böyle olmalıymış, Ledger (ve Nolanlar) hakkını vermiş...

Diğer yandan IMDB olayı var... Shawshank Redemption ve The Godfather'ı bile geçip tepeye oturması sürekli sorgulanan bir durum... The Godfather'ı takdir ederim ama hiç bir zaman favori filmlerim arasına girmedi ve 3. kere izleme gereği duymadım. Shawshank Redemption ise 9-10 kere izlediğim bir filmken bir süper kahraman filmini bu sıralamaya sokamıyordum... Şimdi filmi izlemiş biri olarak anlıyorum ki, bu kadar başarılı bir film gerçekten (birinci sırada olmasa da) ilk 10'da olmayı kesinlikle hakediyor.

İzleyin derim...



GETL Kısmı:
8 yıldan sonra ilk kez tek başıma sinemaya gittim... Bence sosyal bir eğlence olması gereken bir olayı, son saniyelerde 2 kişiyi arayıp davet etme çabalarım olduysa da, başaramadım ve yalnız kaldım... tek başıma yapmayı denedim. En son askerde çarşı izninde tek başıma sinemaya gitmiş biri olarak, zorlayıcı bir deneyim oldu.

Aslında sinemaya gitmeyi ve bu filmi "seçtiğimi" söyleyemem, GETL'i bloga taşımaya karar verdikten sonra aklıma ilk gelen fikir sinema ve en yakınımdaki sinemanın en yakın seansında film bu olduğu için "seçmiş gibi oldum. Korku vardı içimde, daralacağımdan, yarıda çıkacağımdan emindim. Hele bileti aldıktan sonra "yaklaşık 3 saat sürüyor" cümlesini duyduğumda 'kesin bu filmi yarım bırakacağım' dedim... Yarım bırakıp çıkmak beni şaşırtmazdı. Ama tamamı ile izledim. İkinci yarıda bunalmama/daralmama rağmen çıkmadım, kendimi tebrik ettim.


Son olarak, yalnız sinemaya gitmek hiç eğlenceli değil. Hadi bu film iyiydi, kurtardı... Bakalım bir sonraki denememde ne olacak...

Ek: Sinema öncesinde yalnız yediğim yemek de GETL sayılır aslında. Fast food yediğim için yorum yazmıyorum. İleriki tarihlerde ciddi bir yemeği GETL konusu yapmayı düşünüyorum... Şimdiden düşündükçe "zor" ve "dar" geliyor... Ama yapmaktan başka çarem yok, en azından şu an için...

GETL - 0 : GETL nedir?

Önceki postlardan birinde yazmıştım, msn'deki kişisel iletim "gladly embracing the loneliness" oldu diye... Yani "yalnızlığı memnuniyetle kucaklıyorum"... Beni tanıyanlar bilir, en büyük korkum hep "yalnızlık" olmuştur; ve ben sonunda kaçamayacak şekilde onunla yüzleşiyorum. Şu dönemdeki depresif/isteksiz/garip modum da bu yüzden... Atlatacağım tabii ki, kolay olmayacağını da biliyorum...

Bugün GETL kategorisini açmaya ve bu konuda neler yaptığımı yazmaya karar verdim... Başlıyoruz...

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Bu ne beee

Gecenin gündüzle birleştiği yerdeki yolun kıyısında seni bekliyorum. Ceplerimde umut, ellerimde rüzgar var.

Aklım bana hiç yaşanmamış, yaşanmayacak öyküler anlatırken ben, gözlerim uzaklarda doğacak güne bakıyorum.

Yolun ötesine geçip güne gitmeye güç bulamayacak kadar yorgun, geçsem de bulabileceklerimden ve bulamayacaklarımdan çekinecek kadar korkağım.

Yolda uçuşan tanecikler kaybedebileceklerimi, en büyük kabusumu, hatırlatırken zaman geçiyor; ne gün doğuyor, ne sen geliyorsun. Ben yine gözlerim uzaklarda, ellerimden akan rüzgara ceplerimi boşaltıyorum.

Ek: Can sıkıntısından yazılmış bu yazı 4 sms uzunluğunda. İsteyen kelimelere bakar, isteyen içeriğe... Mesaj sahibine ulaştırıldı çoktan.

1000

Ben bunu yazarken, film arşivimin 1000 numaralı dvd'si yazılıyor. Arşive kaydettiğim film adedi ise 4970 oldu....

Manyağım ben, biliyorum....

25 Temmuz 2008 Cuma

Hayat Memat

Önceki hafta tatildeydim, Marmaris'te. Bol tembellik ve hiç olmadığı kadar bol güneş, bol deniz... Marmaris'i seviyorum, mavi ve yeşil benim için orada anlamını buluyor.

Kendi çektiğim fotoğrafları henüz toparlamadığım için internetten bulduğum bir resmi koyuyorum, sonra güncellerim.

Dinlendirici bir tatil oldu aslında. Ama bazı olaylar nedeni ile tatilin yarısında kafam hep başka yerlerdeydi.


Tatil sırasında, kendini benim yiğenim ilan eden arkadaşımı kaybettiğimiz haberi geldi. Hala şoktayım, hala yokluğuna inanamıyorum. İstanbul'a gittiğim zaman karşıma geçip kafasını yarım eğerek bana sarılacağını düşünüyorum... Sanırım gerçek, İstanbul'a gittiğimde dank edecek... Cenaze törenine katılamayacağım, nerede gömüldü, kim gömdü hatta hangi il sınırlarında gömüldü bilmiyorum.

Tatil sonrası hemen annemi ziyaret etme isteğim yarıda kaldı. Telefon açıp özlediğim yemeklerinden yiyeceğimi düşünürken, apar topar acile götürdük. Akşam yemeği niyetine birkaç bisküvi ile yetindim... Dördüncü günde hastaneden ancak çıkabildi... Kalbine 2 stent takılmış, o sırada kalbi durmuş ve 3. elektroşok ile çalıştırabilmişler. Şu an çok ağrısı var, birkaç güne geçer ama bizi çok korkuttu. Benim canım annem dün şöyle görünüyordu:

Annem annem, beni mi kıskandın da iki stent birden taktırdın ya?

Kafamdaki sorular ve sorunlar bu kadarla kalmadı ama buraya bu kadarını yazmam yeterli. Blogu ağlama duvarına dönüştürmeme gerek yok.

Ha bir de, MSN'me yeni kişisel ileti ekledim: "Gladly embracing the loneliness".... Yalnızlık hayattaki en büyük fobim olduğuna göre, artık siz anlayın ne durumdayım.

23 Haziran 2008 Pazartesi

Disturbed - Indestructible

Arada bir gaza gelip, biraz sert birşeyler dinlemeyi istediğim gruplardan biri olan Disturbed, yeni albüm çıkarmış. Haberim yoktu, beklemiyordum da.. Mis gibi geldi..

Bu grupla divx çevirisi yaptığım sırada, vampir hikayelerine düşkünlüğüm sayesinde, Queen of the Damned çevirirken tanışmıştım. O filmdeki müzikleri Korn yapmıştı ancak sözleşmeleri gereği soudntrack albümde başkaları yorumlamıştı ve ben o sırada David Draiman'ın -pek beğendiğim- vokali ile tanışmıştım.

Bu güne kadar çıkardıkları albümleri Believe, The Sickness ve Ten Thousand Fists hala sık dinlediklerim arasında dururken bu yeni albüm ilaç gibi geldi... Eğer bu tarzı seviyorsanız albümü kesinlikle tavsiye ederim... Bu tarzı sevmiyorsanız bile, "Down With The Sickness" ve "Stupify" şarkılarını mutlaka dinlemelisiniz... O da olmadı, pop cover'ları "Land of Confusion" ve "Shout" mutlaka dinlenmeli... Bu şarkıları internetten indirebilirsiniz, ki David müzik indirme olayına sıcak baktığını daha önce birkaç kere belirtmişti.

Bu yeni albüm şu ara, özellikle gürültülü bir iş ortamında olduğum ve dışardaki kişisel telefon görüşmelerini duymaktan bıktığım için, keyifle gidiyor... İş arkadaşlarımın beni koltuğumda sallanırken ya da kafa sallarken görmeleri umurumda bile değil... Albümün bence hit şarkısı "The Night"... Hem melodi, hem ritm, hem de söz olarak beni hemen aldı götürdü, "gece" kavramının benim için özel olması da cabası...







Tek şikayetim, albüm kapağı... Çok eskidi bu tarz yaa.. 80'lerde Manowar/Dio ile bu tarz kapakların bittiğini sanıyordum ben... Çok çocuk işi geldi bana.





Ek: Eeee, ne olmuş bi yandan club bi yandan heavymetal dinliyosam...

13 Haziran 2008 Cuma

Oku bakiim

I really want you to really want me
But I really don't know if you can do that
I know you want to know what's right
But I know it's so hard for you to do that
And time's running out as often it does
And often dictates that you can't do that
But fate can't break this feeling inside
That's burning up through my veins

I really want you
I really want you
I really want you now

No matter what I say or do
The message isn't getting through
And you're listening to the sound
Of my breaking heart

I really want you
I really want you


İlk albümünü o kadar çok ve o kadar sık dinlemiştik ki, artık böğk gelmişti... Arada çıkardığı single'ı da, yeni albümünü de pek dinlememiştim... Ama işte bu şarkısı, benim için bir kez daha "söylenmişi var" oldu... Okuyana, dinleyene...

Ek: Sözlerin tamamı burada.

5 Haziran 2008 Perşembe

Misafir Sanartçı

"Hiç aklımdan çıkmıyor onun o duruşu;
Unutamıyorum alev alev yandığını
Artık ayrıldık, biz ayrı dünyaların sevgilileriyiz
Ama herşeye rağmen çekmek istiyorum.. Son bir nefes..."


memideli (aka dorux) tarafından yazılmış istek üzerine buraya alınmıştır :)

25 Mayıs 2008 Pazar

Özlü 1 Söz

"Söyleyeceği sözü kendi parçası haline getirebilmiş kişinin konuşmasına gerek yoktur, karşı taraf zaten anlar onu... söylediği sözü sindirmeden konuşan kişi ise destanlar yazsa lafını bitiremez"...

Benden size özlü bi söz :)

15 Mayıs 2008 Perşembe

mor+


(Uzun bir aradan sonra) iki günlüğüne olsa da umutlu, yüksek moralli, coşkulu dolaşmak çok güzeldi...

9 Mayıs 2008 Cuma

7mayıs68


3 gün önce yeni yaşıma girdim; 4'lü yaşlara merhaba demiş oldum.
Yeni yaşım güzel bir hediye ile başladı.... umut.


Devamının da güzel gelmesini diliyorum kendi kendime...




5 Mayıs 2008 Pazartesi

Muhteşem

Daha iyi anlatılamazdı... Komik ama her gün yaşadığım detayları içeriyor.



4 Mayıs 2008 Pazar

Foto-analiz (foto-fal)

Hemen herkesin olduğu gibi (?), internette ratladığım resimleri topladığım bir klasörüm var. Epey kalabalıklaştığını farkedip, sınıflayayım dedim... Klasörler oluşturup isimler verdim, kimi klasörlere çok, kimilerine az sayıda resimler koydum... Derken bu sınıflama işlemi kendi psikolojik çözümlememe dönüştü, kaydettiğim resimlerin beni anlattığını (yani ben bile) anladım.

İçlerindeki resim sayısına göre aşağıda listeledim; bakalım siz bu foto-fal'dan birşeyler çıkarabilecek misiniz:

1- Ayılar : Oyuncak ayılar, kutup ayıları ağırlıkta.
2- Kediler : Pisiler, pisicikler, renk renk - poz poz kediler.
3- Solitude : 'Yalnızlık resimleri', orada burada tek başına duran insanlar.
4- Duvarlar : Genelde tuğla ya da taş, üzeri boyalı ya da dökülmüş duvarlar.
5- Yılbaşı : Ağaçlar, süsler, ışıklar
6- Çiçekler : Papatya, gelincik ve lale ağırlıklı.
7- Bebekler : Adı üstünde bebekler işte.. Oyuncak bebekler değil tabii ki..

2 Mayıs 2008 Cuma

Oğlum erkek oluyor...


Beyimiz ergenliğe giriyor. Etrafındaki tek canlı ben olduğum için bu süreci onunla birlikte ben de (daha doğrusu ellerim-kollarım da) yaşıyor.


Öncesinde ASLA ısırmayan, tırmalamayan bir kedi olmasına karşın şu ara kendine hakim olamadığı için her yanım izlerle doldu.


Umarım çabuk geçer, acilen birşeyler yapmam lazım, yoksa ........... :)

10 Nisan 2008 Perşembe

Dart


Dart, Oğuz'un başıma sardığı yaşıma, sağlığıma uygun bir oyun... Bir sürü oyun çeşidi var ama ben sadece 2 tanesini biliyorum. Sevdiğim ise "crickett cutthroat" olanı.. Cut throat'sız crickett nasıl onu bile bilmiyorum ama zaten bu yetiyor bana (bize)...

Geçen cuma (4.4.08) bugüne kadar oynadıklarımdan çok ama çok çok daha kanlı (bir o kadar da eğlenceli) bir oyun oldu. Ortalama 200-250 ceza puanı ile geçen oyun yukarıda gördüğünüz hayvani skor ile bitti...

Ehüh.. Tabii ki ben kazandım.. Hele 200'den fazla puan farkını kapatıp bir de öne geçebilmiş olduğumu da eklemeliyim..

Teşekkürler Murat, iyi oyundu... Ama BEN KAZANDIM!

2 Nisan 2008 Çarşamba

Şevket



Take Away diye bir yer, İstanbul'u temsil eden şirin, yumuşak yastıklar yapmış... Papa'cığım da, almış bunu bana göndermiş... Adı Şevket, tellakmış... Adını ben koymadım, paketindeki broşürde yazıyordu..

Birkaç çeşidi daha varmış.. Gören, duyan, bilen varsa...

Kostaklama...

İstek üzerine hayatımın erkeki, büyük aşkım, evimin beyi saygıdeğer Kostak hazretleri haşmetmeablarından kullarına birkaç resim....



1) "Uyumuyorum, oynaşma oyarım"


2) "Gurrr, gurrrr"


3) "Bana da ilgi göster..."


4) Uyuyor.. Gerçekten...


5) Dil neden dışarda, bilmiyorum...


6) Hala bebekliğin izlerini taşıyor...

16 Mart 2008 Pazar

B.ktan S.K. uyarlamalarından sonra

Az önce The Mist'i izledim...

Hiç bir beklentim yoktu, sadece merak ediyordum. Özellikle Stephen King uyarlamaları konusunda sıçan sinema endüstrisi bu kez ne boklar yapmış diyordum... amaaaaaa......

Şaşırdım.. İyiydi, gerçekten iyiydi... Bırakamadım, ve şu an benden 8 puanı almış durumda.

Bir korku/gerilim filmi olarak bu puanı haketmeyebilirdi aslında ama bir SK uyarlaması olarak hakediyor.... Hayvan Mezarlığı'ndan beri en iyi SK uyarlaması diyebilirim...

Hikayenin kitapta bittiği yerden sonra filmin devam etmesi ve özellikle orada geçen olaylar sinir bozucu.. "Sinir Bozucu" diyeyim tekrar... Bi kere daha söyleyeyim, sinir bozucu.

İzleyin derim.

8 Mart 2008 Cumartesi

Webmaster duası

memdali:
eee... naapıyosun?
dorux:
geçen müftülüğün sitesini yapıcam demiştim ya
ona neler yapabilirim ona bakııyorum
memdali:
abdes al da öyle yap bari, cenabet cenabet müftü işi yapma
dorux:
hadi ordan
memdali:
iki yasin, bi fatiha okuyarak başla.. besmele çekmeyi unutma
memdali:

niyet ettim allah rızası için bu siteyi yapmaya. allahım css idlerim birbirine girmesin, javascriptlerim exception vermesin, actionscript variablelarım undefined dönmesin, serverim 500 hatası ile patlamasın, bütün imajlar klasörlerinde olsun kırık çıkmasın, linklerim mahkeme kararı ile engellenmesin, html taglerini kapatmayı unutmayayım, browser farklılığı sorun çıkartmasın yarabbim, sen şu kuluna çalışan kodlar, kolay edit edilen template'lar nasib eyle yaaaaraabbbiiiiimmmmm
dorux:
aminnnnnnnnnnnnnnnnn
memdali:
bak bu webmaster duası, günde 3 kere okursan guru oluyosun

dorux:
:)
memdali:
tam blogluk oldu bu ha

dorux:

1 Mart 2008 Cumartesi

4 - Kaçış



Kostak beyimiz, dün akşam bir boş anımı yakalayıp evden kaçıverdi, ya da kaçıvermiş.

Kaçtığını anlamam 17-18 saat sürdü. Her zaman olduğu gibi evin, benim varlığından haberdar bile olmadığım, bir köşesine girip saklandığını düşünmüştüm. Minicik bir şey olmasa bile, bir kedinin isteyince ne kadar küçük deliklere sığabildiğine inanamazsınız. Öğleye doğru uyanıp gece yanıma gelmediğini, yemeğine ve kumuna dokunulmadığını farkettiğimde işin rengi değişti.

Kapıcıya sorduğumda, bina içinde bulunan bir kedinin yabancı olduğu düşüncesi ile dışarı atıldığını öğrendim. Tabii ki, benim bunun öğrenmemden 15-16 saat kadar önce... Bina çevresinde, her ne kadar sonuçsuz kalacağını bilsem bile, aramadığım köşe delik kalmadı... Bulamadım.

Bütün günüm iğrenç bir şekilde geçti. Oyuncaklarını bir köşeye toplarken, süt kabını temizleyip kaldırırken, oraya buraya saçılmış tüylerine gözüm takıldıkça başım çatlayana kadar ağladım (evet, erkekler de ağlar; evet bu yaştaki koskoca adamlar bile ağlar).

Ve ne oldu?

Kaybolduktan tam 24 saat sonra beyimiz, kovulduğu kapıya gelmiş... Kapıcının haber vermesi ile koşa koşa indim, beni görünce keskin bi "miauu" ile kucağıma çıkıverdi. Eve girdik; sırası ile kilimine, mama kabına, sevgili faresine ve sandalyesine koşturdu. Sonra da bana geldi.

Şu saniye kucağımda uyuyor. Rüyalar görüyor, hiç olmadığı kadar çok kasılıp elini ayağını sallıyor, sanırım hoş olmayan bir gece geçirdi... Biraz kirlenmiş (neyse ki, kendini temizleyebiliyor), bol miktarda korkmuş (yanımdan ayrılmıyor) ve sanırım hoş olmayan bazı muamelelere maruz kalmış (bir patisindeki tüylerin bir kısmı yanmış/yakılmış).

Umarım bir daha olmaz, bu ikimize de ders olmuştur. Yani, bana oldu ya, onu bilmem...


Ek:
Üst üste aynı konu üzerine 4 yazı yazıyor olmam, sizce kabul edilemez olabilir. Ne yapayım, hayatımda yeni/farklı olan bir tek o var (sayılır, diğer kişiyi daha sonra anlatacağım).

25 Şubat 2008 Pazartesi

Love Story



Özlemimden koşarak eve gidiyorum; kapıyı anahtarımla kendim açtığım halde, binaya girmeden zile basıyorum... Kapıya gelsin, beni karşılasın istiyorum ama koltukta, o malum ifadesi ile anlamsız bir 'kim gelmiş' ile karşılaşıyorum. Bana özel bir hareket değil, herhangi birinin herhangi bir sese, harekete yaptığı gibi...

'Ben geldim' dediğimde, adını seslendiğimde zar zor duyulan kısık bir ses duyuyorum sadece... Sanki zorlanarak, istemsizce gelip bana dokunuyor ve tekrar yerine, koltuğa dönüyor....

Daha çantamı, anahtarımı bırakırken "oynayalım mı" dediğinden anlıyorum sıkıldığını... Gün boyu evde tek başına oturmaktan bunaldığı, geldiğim ilk dakikada yaptığı bu tekliften belli... Koltukta yayılması da, beni görünce rahatladığını gösteriyor. Çağrısını yinelediği halde cevap alamayınca susuyor.

Mutfağa yöneldiğimde yanıma geliyor, sütünü soruyor. Ve alıyor. O sırada ondan kaptığım koltuğa uzanıp kendime gelmeye çalışırken, bir kez daha sabırsızca yinelediği oyun çağrısına yanıt alamaması küsmesi ile sonuçlanıyor, benden en uzak köşede duvara yüzünü dönüp bana bakmıyor bile.

Rastgele açtığım TV kanallarında dikkatini çeken şeylere bile zar zor şöyle bir göz atıyor. Yanıma çağırıyorum, kollarımı açıp adını sesleniyorum. İlk kez görüyormuş gibi ukala bir bakış ile karşılık veriyor. "Gel canım, gel bir tanem, gel güzelim, gel". Ancak gönlü oluyor, yanıma uzanıyor... Küçük kaçamak bir öpücük, yüzüme dokunan küçük parmakları, yanağıma sürtünen yanağı, göğsüme yasladığı sırtı, sesli sesli aldığı nefesleri...

Ben kendime gelemeden kalkıyor, gün boyu oyalandığı şeylere dönüyor, beni unutuyor sanki... Ara sıra attığı kaçamak bakışlar, birkaç kelime ile günü özetliyor...

Kalkıp yemek hazırlığına başlıyorum, onun ilgisini çeken bir şey değil ama yanıma gelip bakınıyor sonra yine kendi uğraşına dönüyor. Ta ki, yemekler tabağa konulup kokuları yayılmaya başlayana kadar... O zaman, yanımda bitiyor... "Bu ne", "ne yiyeceğiz", "bu niye böyle kokuyor", "buna ne koydun", "ben sever miyim"... Uzattığım bir parçayı ağzına atana kadar devam ediyor, o an cevaplanıyor bütün sorular; sevilmeyen-beğenilmeyen şey geri çıkartılıyor.Zar zor bitirilen yemekten sonra bu kez o televizyon karşısına geçiyor, ben ise işimin başına.

Saatin 00:30 olduğunu bana seslenmesinden anlıyorum; "hadi artık gel, benimle ilgilen".. Salona geçiyorum, yanımda yürüyor... Koltuğa yayıldığımda ise, bütün o kaprislerinin bitmiş, bütün kırgınlığınının geçmiş olduğunu anlıyorum ama o yine de bekliyor... "Gel" diyorum, koşarak üzerime atlıyor...

Başını göğsüme koyup üzerime uzandığı anda anlıyorum ki, bütün o kaprisi bana olan özleminden, sevgimi istemesinden... Öpücüğü artık küçük değil, parmakları yüzümde arsızca geziniyor, yüzünü okşamam için ellerime uzanıyor, okşamalar devam ederken nefes sesleri giderek yükseliyor...



Onun bıkacağı, beni bırakacağı yok orası belli; ben ise uykuya yenik düşmeden kalkıp yatağa giderken kısa bir "miauu" sesi çıkarıyor.. Anlıyorum şikayetçi, bana doyamamış; "özür dilerim Kostak oğlum, baba sabah işe gidecek" diyorum... Doğal olarak anlamıyor, ne de olsa insan dilini pek bilmeyen küçük bir kedi o...


Ek:
Yazıda bahsi geçenin kedim olduğunu bilmeseniz, üstteki resmi görmeseniz, son paragrafı okumasanız....

16 Şubat 2008 Cumartesi

Evimin Erkeği :)

Eveeeeetttt...

Adı Kostak, 1 Eylül 2007 doğumlu, erkek... Tekir (ve belki Ankara kırması). Süt dişlerinden yeni kurtuldu, cüssesine aldanmayın hala bir bebek.

Karizmatik, havalı, sadece canı isteyince kafasına eseni yapan/yaptıran, ısırmayan, tırmalamayan bir kedi... İnsan dilini henüz öğrenemedi, sadece adını ve "gel" kelimesini biliyor. "Yapma", "in aşağı" kelimelerini öğrenmeme konusunda belirli bir inadı var.

Buzdolabının üstü, çekyat kanepeni içi, çam ağacının en gizli köşesi ve masanın altındaki sandalyenin üzeri favori mekanları... Çok yiyor, çok s.çıyor (sadece kumuna)... Gece 00:30 ile 02:00 arasında TV izlemeyi, süt içmeyi ve parkeler üzerinde kayarak faresi ile oynamayı seviyor... Parmak aralarını yalamaya, yanaklarının okşanmasına ve sırtüstü uyumaya bayılıyor.

Tuvalete girmek istediğini, süt istediğini, oyun zamanının geldiğini ve küstüğünü çok iyi anlatıyor. İzin almadan yatağa çıkmıyor ama çaktırmadan yasak bölgelerde (mutfak tezgahı gibi) dolaşmayı seviyor.







Hayatımı alt üst etti, alışkanlıklarımı değiştiriyor. Şikayetçi miyim, hayır :)

8 Şubat 2008 Cuma

Kostak

Yaklaşık 4 saattir, evimde bir kedi var... Adı "Kostak" imiş, böylece ben isim düşünme derdinden kurtuldum...

Beyaz renkli, çeşitli boyutlarda gri lekeleri var... 1 saat öncesine kadar sürekli ağlıyordu ama sustu. Baktım uyumamış, ağır bir şeyin altında da kalmamış.

Sanırım 4-5 aylık... Sanırım erkek... Sanırım yumuşak tüyleri ve yeşil gözleri var... Kendilerine henüz 2 metreden daha çok yaklaşamadığım için, bilemiyorum.

Kanepenin arkasından çıkmadığı için, size neye benzediğini gösteremiyorum.

"Kedim" diyemiyorum, eğer beni severse o bana "insancığım" diyecek... Bakalım, göreceğiz...

17 Ocak 2008 Perşembe

Boşluksuz Crysis.

Giderek daha gerçekçi bir hal almaları ile, öldürmeyi çok kolay bir şey gibi gösterdikleri için, savaş/askeriye konulu FPS (first person shooter) oyunlara karşı olduğumu hemen herkes bilir.

Crysis, bu konuda beni kırmayı başaran tek oyun oldu.

Oyun konusunda birşeyler yazmayacağım, her yerde ilgili bilgileri bulabilirsiniz. Anlamsızca detaylı ormanları, detaylı hareketleri, bilgisayarınıza mutlaka biraz daha para yatırmanızı gerektiren teknolojisi ile iyi bir oyun. Türkçe seslendirmesi de cabası.

Eğlenceli bir video buldum, oyunu oldukça güzel anlatmışlar.







Ek: Tamam a.q. Adamların küfretmeleri de hoşuma gidiyor.

10 Ocak 2008 Perşembe

Fibo-Fibo-Nacci

Sabahtan beri saplantısal bi şekilde Fibonacci araştırıyorum.

Aslında bilmediğim/bilinmeyen bir şey değil: 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610... şeklinde bir sayı dizisi, her sayı kendinden önceki iki sayının toplamına eşit. Sonsuza kadar uzatabilirsiniz (ben denemedim).

Ne bunlar yani, nesi varmış, Lost'un yeni sayıları bunlar mıymış gibi lay-lay-lom geyikler bir yana, iki ardışık Fibonacci sayısının oranı 1.618'e denk geliyor (sayılar büyüdükçe daha kesin bi sonuca doğru gidiyor). "Aha bir numara daha, hayatın anlamınının 42'den sonra 1.618'e geldiğini iddia eden biri" diye sesler duyuyorum sanki.

Bu sayı, Altın Oran'a denk geliyor. Ne olduğunu bilmeyen, bi sonraki girişi okusun.

A Beautiful Mind ya da Number 23 sendorumuna yakalanmak üzereyim. Her yerde Fibonacci var, her yerde onları görüyorum....

İmdaaaat!!!!


Ek:
Google grafik aramada Fibonacci yazın, Flickr.com'da da. Ben piramitleri aklıma getirmemiştim.

Ek 2:
Link doldurmuşum yaa...

2 Ocak 2008 Çarşamba

Yeni yıl mesajları

Alıştık artık... Tek bir mesaj yazılıyor ve onlarca kişiye bir anda gönderiliyor.. Ruhsuz, duygusuz, olabildiğince resmi, buz gibi mesajlar ortalıkta dolaşıyor her özel günde... Bir önceki özel günde, kasa kasa, gelen her mesaja kişisel ve sıcak cevaplar yazmıştım ama bu kez benim de üşengeçliğim tuttu; aşağıdaki şablon mesajı yazıp onlarca kişiye gönderdim.

"Yeni yılınız kutlu olsun. Umarım hepimiz için daha mutlu ve huzurlu geçer."

Karşılığında, kimilerinden şablon, kimilerinden kişisel ve sıcak cevaplar geldi... Bu mesajlardan iki tanesi, şablon olmasına rağmen, dikkat çekiciydi (sanırım muzır oldukları için). Birincisi özellikle beni çok güldürdü:

1)
"Yeni yıl sağlık, huzur ve para getirsin. Getirmezse koy g*tüne gitsin. Daha 2009 vaar, 2010 vaaar."

2)
"Mutluluğun g*tün kadar kocaman, s*kin kadar küçük olsun. Yeni yılın kutlu olsun. Noel Baba g*tüne koysun."



Sonuçta... Hoşgeldi 2008!

Yılın son sabahı... Trafikte...


Ben ve bitanecik yolcum eski yılın son sabahında, işe giderken..



Ve ben... Alışılagelmiş suratsızlığımla trafikte...