25 Şubat 2008 Pazartesi

Love Story



Özlemimden koşarak eve gidiyorum; kapıyı anahtarımla kendim açtığım halde, binaya girmeden zile basıyorum... Kapıya gelsin, beni karşılasın istiyorum ama koltukta, o malum ifadesi ile anlamsız bir 'kim gelmiş' ile karşılaşıyorum. Bana özel bir hareket değil, herhangi birinin herhangi bir sese, harekete yaptığı gibi...

'Ben geldim' dediğimde, adını seslendiğimde zar zor duyulan kısık bir ses duyuyorum sadece... Sanki zorlanarak, istemsizce gelip bana dokunuyor ve tekrar yerine, koltuğa dönüyor....

Daha çantamı, anahtarımı bırakırken "oynayalım mı" dediğinden anlıyorum sıkıldığını... Gün boyu evde tek başına oturmaktan bunaldığı, geldiğim ilk dakikada yaptığı bu tekliften belli... Koltukta yayılması da, beni görünce rahatladığını gösteriyor. Çağrısını yinelediği halde cevap alamayınca susuyor.

Mutfağa yöneldiğimde yanıma geliyor, sütünü soruyor. Ve alıyor. O sırada ondan kaptığım koltuğa uzanıp kendime gelmeye çalışırken, bir kez daha sabırsızca yinelediği oyun çağrısına yanıt alamaması küsmesi ile sonuçlanıyor, benden en uzak köşede duvara yüzünü dönüp bana bakmıyor bile.

Rastgele açtığım TV kanallarında dikkatini çeken şeylere bile zar zor şöyle bir göz atıyor. Yanıma çağırıyorum, kollarımı açıp adını sesleniyorum. İlk kez görüyormuş gibi ukala bir bakış ile karşılık veriyor. "Gel canım, gel bir tanem, gel güzelim, gel". Ancak gönlü oluyor, yanıma uzanıyor... Küçük kaçamak bir öpücük, yüzüme dokunan küçük parmakları, yanağıma sürtünen yanağı, göğsüme yasladığı sırtı, sesli sesli aldığı nefesleri...

Ben kendime gelemeden kalkıyor, gün boyu oyalandığı şeylere dönüyor, beni unutuyor sanki... Ara sıra attığı kaçamak bakışlar, birkaç kelime ile günü özetliyor...

Kalkıp yemek hazırlığına başlıyorum, onun ilgisini çeken bir şey değil ama yanıma gelip bakınıyor sonra yine kendi uğraşına dönüyor. Ta ki, yemekler tabağa konulup kokuları yayılmaya başlayana kadar... O zaman, yanımda bitiyor... "Bu ne", "ne yiyeceğiz", "bu niye böyle kokuyor", "buna ne koydun", "ben sever miyim"... Uzattığım bir parçayı ağzına atana kadar devam ediyor, o an cevaplanıyor bütün sorular; sevilmeyen-beğenilmeyen şey geri çıkartılıyor.Zar zor bitirilen yemekten sonra bu kez o televizyon karşısına geçiyor, ben ise işimin başına.

Saatin 00:30 olduğunu bana seslenmesinden anlıyorum; "hadi artık gel, benimle ilgilen".. Salona geçiyorum, yanımda yürüyor... Koltuğa yayıldığımda ise, bütün o kaprislerinin bitmiş, bütün kırgınlığınının geçmiş olduğunu anlıyorum ama o yine de bekliyor... "Gel" diyorum, koşarak üzerime atlıyor...

Başını göğsüme koyup üzerime uzandığı anda anlıyorum ki, bütün o kaprisi bana olan özleminden, sevgimi istemesinden... Öpücüğü artık küçük değil, parmakları yüzümde arsızca geziniyor, yüzünü okşamam için ellerime uzanıyor, okşamalar devam ederken nefes sesleri giderek yükseliyor...



Onun bıkacağı, beni bırakacağı yok orası belli; ben ise uykuya yenik düşmeden kalkıp yatağa giderken kısa bir "miauu" sesi çıkarıyor.. Anlıyorum şikayetçi, bana doyamamış; "özür dilerim Kostak oğlum, baba sabah işe gidecek" diyorum... Doğal olarak anlamıyor, ne de olsa insan dilini pek bilmeyen küçük bir kedi o...


Ek:
Yazıda bahsi geçenin kedim olduğunu bilmeseniz, üstteki resmi görmeseniz, son paragrafı okumasanız....

Hiç yorum yok: