27 Mayıs 2011 Cuma

Gelincik Tarlası

Sağda solda hala kalabilmiş boş toprak parçalarında kendilerini gösterip, beni garip bi şekilde çok mutlu eden gelincikler gördüm yine...



Güzel çiçekler. Çok kırılgan, çok sade, çok ateşli, çok sessiz ve çok beklenmeyen... Galiba, İskandinav mitolojisinde "yeniden doğuş"u simgeliyor...

Acaba diyorum, bir bahçem olsa ya da balkonuma boydan boya saksı döşeyip, bu sevdiğim çiçeklere sahip olsam.... Olası mıdır?

Tohumu satılır mı, toprağıyla taşımam mı gerekir, nasıl yapılır, nasıl edilir?

Var mı bilgisi olan?

24 Mayıs 2011 Salı

Güvercin Hanı


Hava sonunda güzelleşti ya, mutfağın balkon kapısını açıp evi havalandırayım dedim. Sonra işimin başına geçtim..."Birşeyler devriliyor" diye içeri koşturmak zorunda kaldım ve bir baktım ki, evin içinde bir güvercin... Ama mutfakta değil, salonda... Açık bir yer olmadığı için mutfağa kovala, çıkart derken biraz canı yandı sanırım. Ben yapmadım, camlara çarpmaktan. Neyse ki özgürlüğüne doğru rahatça uçabildi...

Tam yerime geçeceğim, başka bir ses... Bir baktım, yatak odasında bir tane daha.. "Haydaaaa" diyerek onu da çıkarttım. Bu akıllım da, dolabın aynasını cam sandığı için biraz "ufff" oldu.

Ve... Bir üçüncüsü... Bu da küçük odada... (Son dönemde orası xCoach'ın odası olmuştu, araya bu bilgiyi de sokuşturayım).

Farkına varmadan güvercin oteli açmışım, onların yolgeçen hanı olmuş burası... Çok güldüm...

Derken aklıma annemin vaktiyle ettiği bir laf geldi... "Sen nereye gidersen güvercinler de peşinden geliyor oğlum..."

Annem benim... Doğruymuş, bir kere daha ıspatlandı...


Not: Bir saat kadar önce, benzeri bir olayın Memideli'min başına geldiğini de eklemem gerek. Ne bu şimdi, aramızdaki bağ sadece isim benzerliğinden çok öte galiba...

12 Mayıs 2011 Perşembe

43 tamam, sıra 8'de...


Yazmayı erteledim ya (unutmadım, salladım) birkaç gün önce 43 yaşıma girdim... Ne değişti bilmem ya en azından bu yıl yalnız değildim.

Demek kiiii, 4 ve 3 tamam, sırada 8 var... Büyük gizem sonunda çözülecek.

Trafik kazaları ... ve detay


Ben bunu anlamıyorum... Arabada bir sorun yok, yolda bir sorun yok, havada bir sorun yok ama "güüüm", "paaaat", "çaaaat"... Sonrasında çığlıklar, belki kan, belki ölüm.. En hafifinden maddi hasar.

- Gideceğiniz yere birkaç dakika, hatta birkaç saniye sonra gitmenizle uğrayabileceğiniz kayıp,

- "Önce ben, hayır önce ben, senden önce ben" diye tatmin ettiğiniz egonuzun birine yol verdiğinizde alacağı hasar,

- "Aman bana ne, beklesin.. Ben geçiyorum", "Polis de yok kamerada şu aradan kaçıveririm o gelmeden", "gaza yükleniveririm, fırtarım aradan" gibi detaylı senaryolar üretebilen beyinlerinizin kafanıza başka bir araç girdiği zaman alacağı hasar,

... bu ya da herhangi bir kazadakinden daha mı çok?

Tüm cevaplar "evet" olmalı ki, resimdeki kaza gözümün önünde oluverdi. Can kaybı ya da sürücülerde bir şey yok ama maddi hasar epey çok. Kazanın sebebi ne diye sormayın... Hiç...Ego... "Senden önce ben" düşüncesi...




Not: Fotoğraftaki diagonal çizgi ne diye sorarsanız.. Arabamın camındaki çatlak. Ama bu kazadan kaynaklı değil.


Not2: Bir süredir biriktirdiğim "kaza" arşivimi bir ara yayınlasam iyi olacak.

Yaşam Hakkı


Resimdekiler, Eryaman'da sıkça görülen manzaralardan; bir kaç detay haricinde....

- İki köpek de belediye tarafından işaretlenmiş.
- Öndeki sırtı dönük köpeğin suratı ve alnı yaralı. Motosiklet çarpması ve yediği dayaklardan dolayı.
- Daha gerideki köpek, çok fazla insanlara yakın. Ama sıkça dayak yediği için psikolojisi (!) bozulmuş ve nasıl davranacağını bilemiyor.
- İki köpek de (resmin çekildiği an) bizim verdiğimiz kemikleri keyifle yiyorlar.
- Karede görünmeyen bir bayanın köpeklere verdiği makarna ağacın altındaki kuşlar tarafından tüketiliyor.
- Ağacın altında, yarıdan kesilmiş iki su bidonunda su var. Hem köpekler, hem kuşlar için.
- Burası cadde kenarında bir park. İnsanlar gelip geçiyor, çocuklar oynuyor, yaşlılar (bu kelimeyi yazarken bi garip oldum) güneşleniyor ya da hava alıyor.

Çok gerekli ya; "bu kareyi oluşturan şey ne" diye düşündüm. 

Hayvanlara olan sevgi mi? Çevrede sadece insanın değil, tüm yaratıkların sahip olduğu (ve tüm inançların/inançsızların savunduğu) "Yaşam Hakkı"na saygı ve bu hakkı koruma mı? Bu parka gelenlerin, bu hayvanlar için birşeyler yapanların hissettiği yalnızlık duygusu ve bağlanma ihtiyacı mı?

"Üçü de olabilir, hatta üçü de" diye düşünürken, resmin üst köşesinde gördüğünüz binanın üçüncü katından bir bayanın attığı çığlıklar araya karışıyor. Önce anlamıyoruz ne söylediği, sonra yanımızdaki bayan bize tercüme ediyor: "O pis (!)  hayvanları burada topluyormuşuz, onların tüyleri uçuşup evine giriyormuş (??!!!), astımı azıyormuş (??) , hepsini toplatıp uyutturacakmış (!!!!!!)."

O an, hep yaptığım kişisel çözümlememi, içimdeki felsefik tartışmaları bırakıyorum. Bu sadece saygı... Yaşama, yaşamaya ve yaşatmaya... Hem kendimiz, hem çevremiz için...