12 Ocak 2011 Çarşamba

Zeitgeist


Din insanları, görünmez bir adamın varlığına, gökyüzünde yaşadığına, hayatınızın her gününün her dakikasında sizin yaptığınız her şeyi izlediğine gerçekten inandırmıştır. Ve, yapmanızı istemedği on maddelik bir listesi vardır. Eğer bunlardan birini, herhangi birini yaparsanız, zamanın sonuna kadar acı çekip yanarak çığlıklar atmanız için sizi göndereceği ateş, duman, kül ve işkence dolu özel bir yeri vardır.

... Ama o sizi sever.

Sizi çok sever ve paraya ihtiyacı vardır!

- George Carlin

Not: Ne kadar başarılı çevirdim, bilemiyorum.

11 Ocak 2011 Salı

Fazla şişirilmiş balon

Fazla şişirilmiş bir balon gibiyim ya şu aralar.. içime şişirirlerken neler sokuşturdular ben bilmiyorum, şişirenler düşünsün diyeceğim mecburen, ben patlayınca onların üzerine sıçrayacak. Bunu düşününce hınzır bir sırıtma oturuyor yüzüme; o hiç olamadığım kötü adamların başlarını arkalarına atıp nihohaha sesleri ile gülebilmek istiyorum ya, ne alakaysa bahçem dediğim balkon saksılarımın içindeki boynunu eğip site bahçesinde güneşin tadını çeşitli oyunlarıyla çıkaran çocuklara bakan papatyalarım geliyor gözümün önüne.

Ne alaka? çözümlemek lazım ya şu ara ne o kafa var, ne o istek… Aha bak yine, bişeyler daha sokuşturdular içime, ulan yeter şimdi sıçrayacam üstünüze içimde ne varsa hepsiyle… Keyifleniyordum ya bikaç gündür, yine kaçırdılar tadımı.. Kimler üzdü seni diye sorma sakın, “ben ve herkes” dışında bişey diyemiyorum…

Hani demiştim ya, “artık beni üzen şeyler sadece kendi yaptıklarım, başkalarının bana yaptıkları değil”.. Güzel bi cümleydi, güzel bi karardı, değil mi?... Değil… Çünkü, devamında “başkaları artık beni üzemesin” diye insanlardan bir kaçış da geliyor. Başkaları için nedir durum bilmiyorum ama benim için “insansız” yaşamak mümkün değil, o yüzden keyiflendikçe, kendimi toparladıkça yine insan ilişkileri kurmaya yelteniyorum ama sonuç yine aynı oluyor… “İnsanlar suçlu değil demek ki, benim”.. ya da “benim artık insanlar arasında yerim yok”.. ya da “ben insan değilim galiba” gibi sonuçlar çıkıyor bundan…

İnsan öyle ise, ben öyle yapamıyorsam… 1+1, sonucu belli.. her ne kadar bir artı bir’in iki etmediği konusunda saatlerce konuşmuş olup karşımdakini ikna etmeyi defalarca başarmış olsam da, bu kez karşımdakini ikna edemiyorum.. kendimi….

Bana insanların koyduğu isimlerle yaşayamıyorum, insanların benden beklentilerini gerçekleştiremiyorum, kimseye bir şey vaat etmemiş olsam bile benden talep edilmiş şeyleri sağlayamıyorum… Yalnızlığın ötesinde bunun olduğunu söylemişlerdi.. ama söylenmesi değil yaşanması gerekmiş ya bir şeylerin, işte yaşamak böyle şeylere dönüştürüyor insanı.. Uzak, soğuk, tatsız, eğlencesiz, ayakta durmaya çalışan (kıyıda bir köşede)… hayatı ancak küçük detaylarda, kısacık anlarda yaşayabilen… hayatın tadına küçücük şeylerde varabilen, beklentileri/talepleri azalmış… ama yine de incinmeye açık, incinmeye hazır… “Beni bu noktadan incitebilirsiniz”, “şuram daha hassastır en çok orası acıtır”, “şuradan vurursanız hemen kırılır yıkılırım” diye bağırıyorum galiba.. Neon ışıklı yanıp sönen oklar dizmişim etrafıma, koca koca pankartlar açmışım kör gözün görebildiği….

Başka bir şey olamaz, her şey tekrar, tekrar, tekrar ve tekrar olduğuna, aynı şeyi yaşadığıma / yaşatıldığıma göre… Daha da mı uzak olmak lazım? daha soğuk? Daha köşeye mi kaçmak lazım?... ya da artık ayakta durmaktan vazgeçip veda etmek?

Ben en iyisi kombiyi azcık daha açıp soğuğu da dünyayı da bir kez daha dışarı hapsedeyim… Bir fincan daha kahve yapayım, şöyle yaz geceleri gibi koyu ve sıcak, üstelik en yıldızlısından… Bir parça çikolata yiyeyim, yine koyu, yine sıcak ama kaybolmak istediğim ormanlarda yetişen ekşi tadlarda.. Çiçeklerime de su vereyim, bu havada inatla yeşil kalmaya hatta çiçeğe durmaya kalkışmalarına ödül olsun… Güzel bir müzik açayım hem çiçekler hem kendim için; şöyle sakininden, evin içini dolduracak, ağır ama etkilisinden… Sonra gidip bir kez daha uzun bir duş yapayım, üzerime yapıştırılmış kirleri akıtması için bu kez daha sıcak olarak… Sonra kokularına göre yaptığım alışverişten bir yemek hazırlayayım kendime, çıtır ekmekli, söğüş domatesli…

Bunlar kaldıysa elimde, kendime hala yaşadığımı hissettiren, onlara tutunayım o zaman… Kayıp gitmeye, sönmeye, çökmeye hazır ya da istekli olmadığıma göre…

Elden, dilden başka ne gelir ki…

3 Ocak 2011 Pazartesi

Limonlu Naneli Şekerli bir Hayat

Neden yazmışım, niye böyle yazmışım bilmiyorum ya.. Sevgili Mine'm bunu geri göndermiş bana, bu tadda bişeyler yazmamı istiyormuş... Yazın 50 derece sıcakta onları yazmışım, şimdi kışın 0 derecesinde ne yazarım bilemedim ya, buraya almak istedim....
Not: Limonlu, naneli ve şekerli olan şey aslında çay...


From: memdali
To: mine
Subject: RE: limonlu naneli şekerli bir hayat
Date: Tue, 3 Aug 2010 12:27:05 +0300
Ha ha...

Mesaj alındı. Acaba yaşıyor mu kontrolü yapıldı, dışarıya bir şey hissettirilmemeye çalışılsa da “ulen ben mektup bekliyorum” hissi yaratıldı, sonra sohbete fırsat yaratmadan uzaklaşılıp asıl istenin mektup olduğu ortaya konuldu. Pek küsel...

Ama pek sıcak; yakında beynim kulaklarımdan akacak ya da tüm vücüdumu kova içinde buzdolabına koyup donmamı bekleyecekler... Altyapı problemleri de had safhada; dün elektrikle uğraşıyorduk bugün su yok.. Gaz zaten yoktu, nerden tuttum da geldim ben bu semtin bu köşesine bilmem ya, aklımı şey edeyim...

Millet tatilde, ben evde sıcakta pinekliyorum.. Gidemediğim için milleti kıskanmıyorum da, bütün müşterilerim de tatil modundalar... Çalışıp para kazanmam lazım, peşlerinde koşturmaktan helak oldum tık yok.. Bilmemne beyler ve hanımlar para yok diye işi 3 kuruşa yaptırmaya çalışırken 2şer 3er hafta tatillere gidiyorlar, deliriyorum...

Sıcaktan mıdır bilmem aklımdan garip garip komik düşünceler geçiyor. En ufacık detayı görüp ya da kısacık bir cümleyi alıp onunla ilgili saçma sapan eğlenceli ve komik şeyler türetiyorum.. Hep ciddi oluşuma bakılırsa bana yakışmayan bi davranış bu. Etrafımdaki 2-3 kişiyi güldürebiliyor olmama bakılırsa aslında hep böyle mi olmam lazım acaba diyorum...

Tahammülsüzlük ağır bi konu şu an için. Kafamı salladıkça beynimden guluk guluk sesler geliyor.. Nasıl seslermiş, “guluk”.. Katlanamama, sabır, anlayış, empati, cahillik, dışlama diye başlayıp giden bir dizi kelime/kavram sonrası aslında bir normalleşme isteği ve alışkanlıkların bozulmasına direnç var... “Ben mutlu mesut standart yaşamımı sürüyorum, hep böyle gitsin” diyenlere özgü bir davranış belki de.. Kim tepki göstermez ki buna, sonuçta çaba göstermen gerekir, kendini zorlaman gerekir yeni koşullara uyabilmek için.. Kimsenin de işine gelmez ki bu..  Asıl nokta ise bu değişime/yeniliğe/alışkanlık bozumuna nasıl tepki verildiği.. İnsanın özü orada ortaya çıkıyor, içinde ne olduğu gösterdiği tepki ile belirleniyor. En basitinden kaba dersin, öküz dersin, uyumsuz dersin, faşist dersin, ya da ne istersen...

Ağır konu oldu bu hava için, oysa ben iç dekorasyon, bahçe, yemek tarifleri, moda, pop müzik konuşmak istiyorum... İçi boş, dışarıdan süslü laflarla serçe parmağım havada ingiliz fincanlarından seylan çayı içmek istiyorum. Bir elimde yelpazem, diğeri ile yüzümün yarısını kapatan gözlüklerimi başımın üzerine iitip “ay hayatım bak ebrunun kocası var ya...” diye başlayan sohbetler etmek istiyorum.. Bu sıcak başkasını kaldırmıyor...

Afrikadan getirttiğim zenci kölem bugün ortalarda yok, bana palmiye dallarıyla yelpaze yapardı. Fransız aşcım şoförle kaçmış yoksa şimdi soğuk aperatifler atıştırıyo olurdum. Nitrojenle özel soğutulmuş banyomda papatya kokuları içerisinde applemartini yudumlar aşkımemnunun tekrar bölümlerini tavana monte ettirdiğim 500inç televizyonumdan seyrederdim..

Tenime değen kumaşın bu kadar sıcak olabileceğini aklıma getirmeyen beynim böyle şeylere çalışıyor sadece. Ufak bir esinti çıktığında, soğuk içecek dolu bardağı elime aldığımda ya da klimalı bir mekana girdiğimde saniyelik olarak farkına varıyorum dünyanın...

“Diğer tarafa bu kadar hazırlık yaptığımız yeter, zaten bizi çıra olarak kullanmaya niyetlisin” haykırışları atmak istiyorum, ama o da izne çıkmış... Sıcağa bile tahammülsüzüz be yaw, hele ben şu günlerde özellikle.

İçim bir dışım bir... Elim de dilim de aynı... Bu kez de böyle olsun, sonuçta ben, bugünlerde, buyum.


Sevgiler,
M.