Pek Eğlendim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pek Eğlendim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Aralık 2011 Pazar

Deve






- Yanındaki koltukta pipo içen devenin giydiği terlik ne renk?
- ???
- Ya görmüyomusun bir deve oturuyo yanında, pipo içiyo, ayağında terlikler var.
- Dalga mı geçiyosun, ne diyosun sen yaa?
- Biraz önce aşk hayatımı sordun ya, onu diyorum.
- Akşam akşam yine saçmalamaya başladın.
- Yanındaki koltukta oturan bir deve yok değil mi?
- Yok tabi, kim varki şu kafede bizden başka.
- Eh, benimki de o hikaye. Olmayan bir şey hakkında sorular soruyorsun, ne cevap vereyim ki?
- !!! Seks yaptığın biri bile yok mu?
- O da ne? Anlamadığım bir dilden konuşuyorsun.
- Cidden yok mu ya?
- Devenin terlik rengi.
- :) Yalancısın.
- Yok. Devenin terlik rengi ne kadar gerçekse, benim aşk ve seks hayatım da o kadar gerçek.
- Yapma şimdi, inanmıyorum.
- Bak bakayım yanındaki koltuğa bir deve oturuyor mu, pipo içiyor mu, ayağında terlik var mı?
- Olmadığını sen de biliyosun, olamazki öyle bir şey.
- Neden olmasın ki?
- Deve olsa, koltukta oturmaz. Otursa da pipo içmez ki.
- Aşkın gerçek olduğuna inanıyosun, gelip seni-beni bulacağına inanıyorsun, ortalık et pazarıyken hala aşk peşinde koşan birilerinin varlığına hala inanıyosun.
- Evet.
- Senin yaşındakiler aşk aramaz, çatır çatır zkişirken sen hala aşk diyosun.
- Evet aşka inanıyorum.
- Ama deveye inanmıyosun.
- Yok.
- Hiç hayvan besledin mi?
- Yok, ilgilenemedim. Bakımı zor.
- Peki hiç çiçek yetiştirdin mi?
- Annem bakardı. Benimkiler hep soldu gitti.
- Ve aşk arıyorsun?
- !!! Ne alaka şimdi ya?
- "Sevgi emek ister" duydun mu hiç?
- Hee. Selvi Boylum Al Yazmalım.
- Ama hayvan besliyemiyorsun, çiçek bakamıyorsun.
- ??? Bulmaca gibisin.
- Bir ev hayvanına ya da saksıdaki bir bitkiye bile yeterli ilgi göstermezken, bir ilişkiyi bir aşkı yürütebileceğine emin misin?
- Abarttın yani. Aynı şeyler mi bunlar?
- Abarttım ama güzel örnek oldu.
- Alakasız.
- Sevginin her türlüsü emek istemez mi? Temeli bu değil mi?
- Evet ama insanla hayvan bir mi, bitki bir mi yani.
- Sevgi değil mi hayvanı da bitkiyi de büyüten.
- Bir açıdan öyle.
- Birini sevmek, sevilmek diyorsun. Farkı ne ki o zaman?
- Ama o insan.
- İnsanın farkı, seni tolere edebilmesinde mi?
- ???
- Yani ona yeterince ilgi göstermediğinde alttan alması, susması, şikayet etmemesinde mi?
- Nasıl yani?
- Hayvana ilgi göstermezsen bağırır çağırır, bitkiye ilgi göstermezsen solar gider. Peki insan ne yapar bu durumda?
- Bırakır gider başkasına.
- Evet. Peki sen hayvan ve bitkilerde bu kadar başarısızlığa uğramışken bir insana ilgi gösterebileceğine inanıyor musun?
- Ama o bir insan, konuyu çarpıtıyosun sen.
- Bakınız 3 cümle önce söylediğim şey, tolere edebilmesi.
- Aman sende. Saçmalıyosun. Uzman kesildin başıma. Sen önce kendine bak.
- Baktım.
- Aşk yok, seks yok diyosun sonra gelip bana ilişki dersi veriyorsun.
- Ne haddime. Sadece senin düşüncelerini sana sorgulatmaya çalışıyorum.
- Neden, ne gerek var ki?
- Umutsuzca aradığın, bulamadığından şikayetçi olduğun şeyi aslında isteyip istemediğinden emin değilim.
- Siktir git, iyice saçmaladın sen.
- Gerçekten, sen ne arıyorsun? Aradığın şeyi biliyor musun? Bulduğunda buna hazır olduğuna emin misin? Bulduğunda götürebilecek misin?
- Sen kendine bak.
- Ben bir şey aramıyorum ki. Bulmaya hayır demem tabi.
- Arasan bulabiliyosun sanki.
- Aramadığıma göre bu söylediğin geçersiz kalıyor.
- Neden aramıyorsun ki, herkes arar, her zaman.
- Aramıyorum, çünkü şu ara bir ilişkiye ayırabilecek zamanım yok. Kimseyi de "yanlış zaman" diye kırmak istemem.
- İsteyen zaman bulur.
- Hayat koşturmacaları arasına sıkıştırılmış bir kaç dakika ile yaşanabilecek şeye aşk/ilişki denmez.
- Ne denir?
- Olsa olsa kaçamak dersin.
- Yok canım.
- Sen ne dersin peki?
- Aşk işte.
- Aşk nedir sence, nasıl yaşanır.
- Tutkuyla seversin, herşeyin o olur, yanar bitersin.
- Evet, başka?
- Bilmiyor musun sanki bana soruyosun.
- Hep onunla olmak istersin, her anı onunla yaşamak istersin, hayatın tadı ancak onunla gelir.
- E biliyosun işte, daha ne soruyosun?
- Biliyorum, o yüzden taa en baştan söyledim sana.
- Ne söyledin?
- Deve.
- Ne devesi yaa?
- Aşk şu ara benim için yanımdaki koltukta pipo içen deve gibi.
- ??
- O devenin terlikleri kadar gerçek.
- Saçmalıyosun iyice.
- Neden ki? Kendimi tanıyorum, durumumu biliyorum. Başkasını kandırmıyorum, hele kendimi hiç.
- Ben kendimi mi kandırıyorum?
- Ben saçmalıyorum, sen alıngansın. İyi bişey bu.
- Öfff...
- Bence sen de bir düşün tekrar. Gerçekten ne istiyorsun, gerçekten ne verebilirsin. Ona göre yaşa hayatını.
- Senin gibi mi?
- Ben öyle yaptığımı iddia ediyorum.
- O zaman sorunun cevabını sen biliyosundur.
- Soru?
- Devenin terlik rengi nedir?
- Pembe üstüne turuncu puantiyeli.




13 Nisan 2011

24 Mayıs 2011 Salı

Güvercin Hanı


Hava sonunda güzelleşti ya, mutfağın balkon kapısını açıp evi havalandırayım dedim. Sonra işimin başına geçtim..."Birşeyler devriliyor" diye içeri koşturmak zorunda kaldım ve bir baktım ki, evin içinde bir güvercin... Ama mutfakta değil, salonda... Açık bir yer olmadığı için mutfağa kovala, çıkart derken biraz canı yandı sanırım. Ben yapmadım, camlara çarpmaktan. Neyse ki özgürlüğüne doğru rahatça uçabildi...

Tam yerime geçeceğim, başka bir ses... Bir baktım, yatak odasında bir tane daha.. "Haydaaaa" diyerek onu da çıkarttım. Bu akıllım da, dolabın aynasını cam sandığı için biraz "ufff" oldu.

Ve... Bir üçüncüsü... Bu da küçük odada... (Son dönemde orası xCoach'ın odası olmuştu, araya bu bilgiyi de sokuşturayım).

Farkına varmadan güvercin oteli açmışım, onların yolgeçen hanı olmuş burası... Çok güldüm...

Derken aklıma annemin vaktiyle ettiği bir laf geldi... "Sen nereye gidersen güvercinler de peşinden geliyor oğlum..."

Annem benim... Doğruymuş, bir kere daha ıspatlandı...


Not: Bir saat kadar önce, benzeri bir olayın Memideli'min başına geldiğini de eklemem gerek. Ne bu şimdi, aramızdaki bağ sadece isim benzerliğinden çok öte galiba...

3 Ocak 2011 Pazartesi

Limonlu Naneli Şekerli bir Hayat

Neden yazmışım, niye böyle yazmışım bilmiyorum ya.. Sevgili Mine'm bunu geri göndermiş bana, bu tadda bişeyler yazmamı istiyormuş... Yazın 50 derece sıcakta onları yazmışım, şimdi kışın 0 derecesinde ne yazarım bilemedim ya, buraya almak istedim....
Not: Limonlu, naneli ve şekerli olan şey aslında çay...


From: memdali
To: mine
Subject: RE: limonlu naneli şekerli bir hayat
Date: Tue, 3 Aug 2010 12:27:05 +0300
Ha ha...

Mesaj alındı. Acaba yaşıyor mu kontrolü yapıldı, dışarıya bir şey hissettirilmemeye çalışılsa da “ulen ben mektup bekliyorum” hissi yaratıldı, sonra sohbete fırsat yaratmadan uzaklaşılıp asıl istenin mektup olduğu ortaya konuldu. Pek küsel...

Ama pek sıcak; yakında beynim kulaklarımdan akacak ya da tüm vücüdumu kova içinde buzdolabına koyup donmamı bekleyecekler... Altyapı problemleri de had safhada; dün elektrikle uğraşıyorduk bugün su yok.. Gaz zaten yoktu, nerden tuttum da geldim ben bu semtin bu köşesine bilmem ya, aklımı şey edeyim...

Millet tatilde, ben evde sıcakta pinekliyorum.. Gidemediğim için milleti kıskanmıyorum da, bütün müşterilerim de tatil modundalar... Çalışıp para kazanmam lazım, peşlerinde koşturmaktan helak oldum tık yok.. Bilmemne beyler ve hanımlar para yok diye işi 3 kuruşa yaptırmaya çalışırken 2şer 3er hafta tatillere gidiyorlar, deliriyorum...

Sıcaktan mıdır bilmem aklımdan garip garip komik düşünceler geçiyor. En ufacık detayı görüp ya da kısacık bir cümleyi alıp onunla ilgili saçma sapan eğlenceli ve komik şeyler türetiyorum.. Hep ciddi oluşuma bakılırsa bana yakışmayan bi davranış bu. Etrafımdaki 2-3 kişiyi güldürebiliyor olmama bakılırsa aslında hep böyle mi olmam lazım acaba diyorum...

Tahammülsüzlük ağır bi konu şu an için. Kafamı salladıkça beynimden guluk guluk sesler geliyor.. Nasıl seslermiş, “guluk”.. Katlanamama, sabır, anlayış, empati, cahillik, dışlama diye başlayıp giden bir dizi kelime/kavram sonrası aslında bir normalleşme isteği ve alışkanlıkların bozulmasına direnç var... “Ben mutlu mesut standart yaşamımı sürüyorum, hep böyle gitsin” diyenlere özgü bir davranış belki de.. Kim tepki göstermez ki buna, sonuçta çaba göstermen gerekir, kendini zorlaman gerekir yeni koşullara uyabilmek için.. Kimsenin de işine gelmez ki bu..  Asıl nokta ise bu değişime/yeniliğe/alışkanlık bozumuna nasıl tepki verildiği.. İnsanın özü orada ortaya çıkıyor, içinde ne olduğu gösterdiği tepki ile belirleniyor. En basitinden kaba dersin, öküz dersin, uyumsuz dersin, faşist dersin, ya da ne istersen...

Ağır konu oldu bu hava için, oysa ben iç dekorasyon, bahçe, yemek tarifleri, moda, pop müzik konuşmak istiyorum... İçi boş, dışarıdan süslü laflarla serçe parmağım havada ingiliz fincanlarından seylan çayı içmek istiyorum. Bir elimde yelpazem, diğeri ile yüzümün yarısını kapatan gözlüklerimi başımın üzerine iitip “ay hayatım bak ebrunun kocası var ya...” diye başlayan sohbetler etmek istiyorum.. Bu sıcak başkasını kaldırmıyor...

Afrikadan getirttiğim zenci kölem bugün ortalarda yok, bana palmiye dallarıyla yelpaze yapardı. Fransız aşcım şoförle kaçmış yoksa şimdi soğuk aperatifler atıştırıyo olurdum. Nitrojenle özel soğutulmuş banyomda papatya kokuları içerisinde applemartini yudumlar aşkımemnunun tekrar bölümlerini tavana monte ettirdiğim 500inç televizyonumdan seyrederdim..

Tenime değen kumaşın bu kadar sıcak olabileceğini aklıma getirmeyen beynim böyle şeylere çalışıyor sadece. Ufak bir esinti çıktığında, soğuk içecek dolu bardağı elime aldığımda ya da klimalı bir mekana girdiğimde saniyelik olarak farkına varıyorum dünyanın...

“Diğer tarafa bu kadar hazırlık yaptığımız yeter, zaten bizi çıra olarak kullanmaya niyetlisin” haykırışları atmak istiyorum, ama o da izne çıkmış... Sıcağa bile tahammülsüzüz be yaw, hele ben şu günlerde özellikle.

İçim bir dışım bir... Elim de dilim de aynı... Bu kez de böyle olsun, sonuçta ben, bugünlerde, buyum.


Sevgiler,
M.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Sezonun ilk karı

11 Aralık 2010 sabahı, saat 08:49 itibarı ile Eryaman'dan bir görüntü, "sezonun ilk karı"...

15 Ekim 2010 Cuma

Pixar Yaramazlıkları

Sabahın köründe uyandığım başka bir gün daha. Öylesine takılırken Toy Story 3'ün sonuna tekrar bi göz gezdireyim dedim...

Gözüme takılan şey, şu solda arkada duran şey oldu: Totoro...


Totoro, Hayao Miyazaki'nin '80'lerde yaptığı bir çizgi filmdeki ana karakter... Toy Story 3'te ne işi var derken, filmde birkaç yerde göründüğünü farkettim..





Tabii ki, hemen gidip Google Amca'ya sordum ve birkaç yerde Totoro'yu görerek aslında ne kadar kör olduğumu farkettim.

Şu linklere bi bakalım lütfen:
Toy Story 3 Sürpriz Yumurtaları
Wall-E Sürpriz Yumurtaları
Up Sürpriz Yumurtaları

Bu arada da "Monsters, Inc. 2"nin yolda olduğunu öğrendim, pek sevindim... Darısı "The Incredibles 2"ye...

27 Haziran 2010 Pazar

Eski 45'likler

Bu gramafon resmini, "Hayatı, her notasını ezbere bildiğin eski şarkılar gibi yaşamaya başladığında.... " diye başlayan bir yazı fikrim için saklıyordum...

Az önce fikrimi değiştirdim ve reklam amaçlı kullanmaya karar verdim.

Her pazar akşamı, saat 22'de http://www.raidocatchy.com/ adresinden "Sinatra'nın Eskici Dükkanı"nı dinlemeye davet ediyorum sizi...

Şöyle bir slogan mı yazsam: "Hayatı eski 45'likler tadında yaşamak için"...

14 Haziran 2010 Pazartesi

MSN, işler ve dualar

MSN'de bir akşam iki Mali arasında geçen bir sohbet... Kırmızı olan bendeniz Memdali, lacivert olan ise meslekdaşım (bkz: webmaster duası), ful adaşım Memideli (kendileri aynı zamanda imam olurlar)...



mehmet ali:
şu an için haftalık 500e göbek atarım len

Mehmet Ali:
az kaldı süper olcak


mehmet ali:
dua et, benimkini kabul etmez nasılsa

Mehmet Ali:
ammada yaptın ha
peygamberimiz s.a.v e sormuşlar
ya rasulallah hangi dua kabül edilir
s.a.v de demişki
günahsız ağızdan edilen dua
sahabelerimizde demişki kimki o kişi böyle günahsız yoktur demişler
s.a.v de demişki
burasını biliyomusun
?


mehmet ali:
başka şeyler düşünüp kendimce felsefe yapıyom, sen devam et

Mehmet Ali:
ok
biriniz bir diğeri için dua ederse
o günahsız ağızdan edilen duadır demiş
anlayacağın
sen bana bende sana dua edeyim
olmazmı


mehmet ali:
haha

Mehmet Ali:
?

mehmet ali:
"bak beni biliyon, kendimden bile iyi biliyosun, sözlerini duymuyor gibi yapıyorum ama ikimiz de biliyoruz ki iyi biri olmaya çalışıyorum. eğer sende öyle düşünüyorsan lütfen...... olsun" diye dua ederim ben

Mehmet Ali:
bende
hatta şimdi
3 defa dedim


mehmet ali:
ha bir de "söylediklerini yapmıyorum" kısmı da var

Mehmet Ali:
ama bi dakka 2mizde mehmet ali yiz ya


mehmet ali:
canım o biliyodur herhalde farklı maliler olduğumuzu, hat karışacak değil ya

Mehmet Ali:
o derken allah desek
neyse rabbim bilir
senin evlenmen için
benimde
çocuklarıma bakmak için
ihtiyacımız var
?
maliiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii
uçtunmu yoksa

mehmet ali:
yok
bloga almaya çalışıyom bunları

11 Mayıs 2010 Salı

Uçurtma

Bana babam mı öğretmişti, yoksa abim mi, yoksa başka bir mi hatırlayamıyorum ama çocukken başarılı uçurtmalar yapardım...

Son uçurtma yaptığımdan beri belki 30 yıl geçti... Aşağıda görüleceği üzere, başarımdan pek bir şey kaybetmemişim...

Rüzgarlı Eryaman tepelerine selam olsun...




Not: Takım oyunlarını sevmem ama uçurtma sarı-lacivert... İlgililere duyurulur...

9 Mayıs 2010 Pazar

Balkonda FarmVille

Herkes Facebok'ta Farmville oynarken, ben biraz daha farklı bir bahçe olayına girdim...


Epeydir aklımdaydı da, gaza ihtiyacım vardı... Bir dost sayesinde o gaz da geldi ve sonuçlar:

14.04.2010


20.04.2010


09.05.2010




Bu gördükleriniz tere, maydonoz, marul, dereotu, biber, havuç, kişniş, dolma biber, kıvırcık, semizotu ve salatalık.. Ayrı iki saksıda fesleğen ve kekik de var.. Yakında çilek ve limon da olacak...


Birkaç haftaya balkonumdan topladığım taze sebzelerimle yemek/salata yapabileceğimi umuyorum..


Ya da dedikleri gibi mahalle pazarında bir standım bile olabilir...

13 Nisan 2010 Salı

Ara vermeden, yeni eğlence 3, 4, 5 ve 6

Arada yazmadığım için, şimdi toplu gösterim yapayım dedim...


Yapıştırıldı, çerçevelendi, hediye olarak birilerine gidecek...

26 Mart 2010 Cuma

17 Mart 2010 Çarşamba

2010'daki ilk puzzle


Uzun bir aradan sonra başladığım ilk puzzle... Yavaş gidiyor ya, bakalım ne zamana biter...

4 Mart 2010 Perşembe

Balkonumdan Manzaralar


Yaklaşık 5 aydır yaşadığım evin balkonundan (üstteki fotoğrafdaki penceresi açık ve ışık yanan yerden) gördüklerimi paylaşayım dedim.




Gün doğumu (sıkça gördüğüm bir manzara)

Gün batımı (kötü bir panorama)
Sis (sonunda kış geldi... mi?)

Yılın ilk karı (gecikmiş bir manzara)


Bembeyaz (yılın ikinci ve son karı?)

Gökkuşağı (günün sürprizi, bahar müjdecisi)

18 Şubat 2010 Perşembe

Hoşgeldin Furkan!






İsim ve soyisim adaşım, burada ara sıra "memideli" olarak gördüğünüz sevgili dostum üçüncü kez baba oldu.
Karşınızda, Furkan Naim Şahin..

14 Ocak 2010 Perşembe

Haber



Daha önce buraya yazmadığım bir haberim var...

Bir süredir üzerinde çalıştığım (hatta aylarca geciktirdiğim) bir kitap projesi vardı. Sonunda "tamam işte bu" diyebildiğim bir noktaya geldi ve ben yazdıklarımı yayıncıma gönderdim.

Şu an süreç nasıl işleyecek, ne zaman elimde tutabileceğim, isteyen nasıl erişecek bilmiyorum. Bekleyip birlikte göreceğiz. Aslında görülecek çok bir şey de yok; küçük ve ince bir kitap olacak. Yine de benim için büyük bir başlangıç sayılabilir.

"Gün boyunca kalabalık içerisinde kendini sosyal sanıp da, gece çöküp evine döndüğünde kendisi ile başbaşa kalan birinin düşüncelerini içeren denemelerden oluşan bir kitap" diye tanımlayabilirim.

Cinsiyetsiz bir kitap, yazılanlar her iki cinsiyete de uygun. Çeşitli konularda yazılmış diyemeyeceğim. Biraz aşk var içerisinde, biraz depresyon ve bol miktarda yalnızlık. Bir de yarı gerçek, yarı hayal bir hikaye...

Umarım iyi olur... Gelişmeleri buraya yazarım.

Ek: Bu yazıya koyduğum resim ne alaka diye düşünebilirsiniz. Bir yerlerden bulduğum, hoşuma gidip kaydettiğim bir resim işte... Çok bir anlam aramayın...

1 Aralık 2009 Salı

5 Eylül 2009 Cumartesi

Drag Ponyo to District 9!

Hemen her akşam bir film seyreder oldum yine... Arşiv geniş, seyredilecek çok şey var ama bu kez de alternatif çok olduğu için seçmek zorlaşıyor.

Neyse, son seyrettiklerimden 3'ünden bahsedeceğim... Tavsiye anlamında, izleyin ben pek beğendim, siz de beğenin, zevkimi onaylayın, benim zevkli biri olduğumu kabul edin, hatta çok zevkli olduğum için taktir edin beni, gözünüzde yüceleyim, sevin beni, değer verin....



"Oha" dedim kendime şimdi de, basit bir film önerisini nerelere getirdim. E, öyle ama. Neden böyle başlıklar açarım ki bloga?

Şimdi okuyan demez mi:

"Tavsiye ediyosan et kardeşim, ne lafı uzatıp şöyle böyle diye bir ton şeyi dolduracaksın sayfaya. Beğendiysen beğendin, bana ne, kime kadar yani, ne olmuş belki benim hiç ilgimi çekmeyecek. O zaman sana küfür mü edeyim, seni aşağılayıp senden nefret mi edeyim, hatta yakalayıp bi güzel döveyim mi seni... Niye böyle başlıklar açıyosun kardeşim.. Zaten okuyan 3-5 kişiyiz şu blogu, niye böyle kafamızı şişirip görüntü kirliliği yapıyosun..."

Tamam susayım... Ama lütfen izleyin, üç adet farklı türlerden pek keyifli film:

- Ponyo on the Cliff by the Sea
- District 9
- Drag Me to Hell


Not: Oldu olacak bunların arasında seyrettiğim "Sunshine Cleaning"i de seyredin, o da keyifliydi.