3 Ocak 2011 Pazartesi

Limonlu Naneli Şekerli bir Hayat

Neden yazmışım, niye böyle yazmışım bilmiyorum ya.. Sevgili Mine'm bunu geri göndermiş bana, bu tadda bişeyler yazmamı istiyormuş... Yazın 50 derece sıcakta onları yazmışım, şimdi kışın 0 derecesinde ne yazarım bilemedim ya, buraya almak istedim....
Not: Limonlu, naneli ve şekerli olan şey aslında çay...


From: memdali
To: mine
Subject: RE: limonlu naneli şekerli bir hayat
Date: Tue, 3 Aug 2010 12:27:05 +0300
Ha ha...

Mesaj alındı. Acaba yaşıyor mu kontrolü yapıldı, dışarıya bir şey hissettirilmemeye çalışılsa da “ulen ben mektup bekliyorum” hissi yaratıldı, sonra sohbete fırsat yaratmadan uzaklaşılıp asıl istenin mektup olduğu ortaya konuldu. Pek küsel...

Ama pek sıcak; yakında beynim kulaklarımdan akacak ya da tüm vücüdumu kova içinde buzdolabına koyup donmamı bekleyecekler... Altyapı problemleri de had safhada; dün elektrikle uğraşıyorduk bugün su yok.. Gaz zaten yoktu, nerden tuttum da geldim ben bu semtin bu köşesine bilmem ya, aklımı şey edeyim...

Millet tatilde, ben evde sıcakta pinekliyorum.. Gidemediğim için milleti kıskanmıyorum da, bütün müşterilerim de tatil modundalar... Çalışıp para kazanmam lazım, peşlerinde koşturmaktan helak oldum tık yok.. Bilmemne beyler ve hanımlar para yok diye işi 3 kuruşa yaptırmaya çalışırken 2şer 3er hafta tatillere gidiyorlar, deliriyorum...

Sıcaktan mıdır bilmem aklımdan garip garip komik düşünceler geçiyor. En ufacık detayı görüp ya da kısacık bir cümleyi alıp onunla ilgili saçma sapan eğlenceli ve komik şeyler türetiyorum.. Hep ciddi oluşuma bakılırsa bana yakışmayan bi davranış bu. Etrafımdaki 2-3 kişiyi güldürebiliyor olmama bakılırsa aslında hep böyle mi olmam lazım acaba diyorum...

Tahammülsüzlük ağır bi konu şu an için. Kafamı salladıkça beynimden guluk guluk sesler geliyor.. Nasıl seslermiş, “guluk”.. Katlanamama, sabır, anlayış, empati, cahillik, dışlama diye başlayıp giden bir dizi kelime/kavram sonrası aslında bir normalleşme isteği ve alışkanlıkların bozulmasına direnç var... “Ben mutlu mesut standart yaşamımı sürüyorum, hep böyle gitsin” diyenlere özgü bir davranış belki de.. Kim tepki göstermez ki buna, sonuçta çaba göstermen gerekir, kendini zorlaman gerekir yeni koşullara uyabilmek için.. Kimsenin de işine gelmez ki bu..  Asıl nokta ise bu değişime/yeniliğe/alışkanlık bozumuna nasıl tepki verildiği.. İnsanın özü orada ortaya çıkıyor, içinde ne olduğu gösterdiği tepki ile belirleniyor. En basitinden kaba dersin, öküz dersin, uyumsuz dersin, faşist dersin, ya da ne istersen...

Ağır konu oldu bu hava için, oysa ben iç dekorasyon, bahçe, yemek tarifleri, moda, pop müzik konuşmak istiyorum... İçi boş, dışarıdan süslü laflarla serçe parmağım havada ingiliz fincanlarından seylan çayı içmek istiyorum. Bir elimde yelpazem, diğeri ile yüzümün yarısını kapatan gözlüklerimi başımın üzerine iitip “ay hayatım bak ebrunun kocası var ya...” diye başlayan sohbetler etmek istiyorum.. Bu sıcak başkasını kaldırmıyor...

Afrikadan getirttiğim zenci kölem bugün ortalarda yok, bana palmiye dallarıyla yelpaze yapardı. Fransız aşcım şoförle kaçmış yoksa şimdi soğuk aperatifler atıştırıyo olurdum. Nitrojenle özel soğutulmuş banyomda papatya kokuları içerisinde applemartini yudumlar aşkımemnunun tekrar bölümlerini tavana monte ettirdiğim 500inç televizyonumdan seyrederdim..

Tenime değen kumaşın bu kadar sıcak olabileceğini aklıma getirmeyen beynim böyle şeylere çalışıyor sadece. Ufak bir esinti çıktığında, soğuk içecek dolu bardağı elime aldığımda ya da klimalı bir mekana girdiğimde saniyelik olarak farkına varıyorum dünyanın...

“Diğer tarafa bu kadar hazırlık yaptığımız yeter, zaten bizi çıra olarak kullanmaya niyetlisin” haykırışları atmak istiyorum, ama o da izne çıkmış... Sıcağa bile tahammülsüzüz be yaw, hele ben şu günlerde özellikle.

İçim bir dışım bir... Elim de dilim de aynı... Bu kez de böyle olsun, sonuçta ben, bugünlerde, buyum.


Sevgiler,
M.

Hiç yorum yok: