30 Ağustos 2008 Cumartesi

Eskilerden: Depresyonun en dibi

Gecenin içine kaçıp gider gibi ortadan kaybolmak istiyorum. Herkesin gittiğimi bilmesini, herkesin artık beni yok saymasını istiyorum. Gitmek istiyorum ama bir anda değil, yavaş yavaş; gittiğimi göstere göstere, ben gidiyorum çığlıkları ata ata. Herkesin duymasını, herkesin bilmesini, herkesin beni unutmasını istiyorum; her şeye rağmen.

Bunca yılda yaptıklarımı akıllardan silemem ama hiç kimsenin onları benim yaptığımı hatırlamasını istemiyorum. Bunca yılda yaşadıklarım bilinsin ama yaşayanın ben olduğumun unutulmasını istiyorum. Her şeyin, herkesin bensiz güvenli ve sağlam şekilde devam etmesini, aksamamasını, devam etmesini istiyorum; her şeye rağmen.

Sevdiklerimin mutluluğunun sürekli olmasını, gittiğim için üzülmemelerini istiyorum. Birlikte yaptıklarımızı, birlikte yaşadıklarımı hatırlasınlar ve bensizken bunları hatırlasınlar ama tekrarlayamayacaklarımız için üzülmesinler istiyorum; her şeye rağmen.

Başkalarında yaşadığım hayatın artık sona ermesini, hayatımı kendi kendime yaşayabilmeyi; yaşadıklarımın benim olmasını istiyorum.

Ek: Yeni bir yazı değil... 2 Kasım 2006'da yazmışım... O zamandan bu zamana ne kadar az şey değişmiş...

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bu ne beee - 2

Ceplerimin boşaldığını bildiğinden, rüzgar esmiyor artık ellerime. O da biliyor artık bende ne can kalmış ne cana dair bir umut. Gözlerimi kapatıp, o bir türlü doğmayan ve belli ki doğmayacak ışığa veda ediyorum. Ne yol kalıyor, ne yolun karşısı, ne uzaklar.

Kollarımla boşluğu sarıp tenimi gelmeyen sabahın gecesine bırakıyorum sessizce. Hissediyorum ki gece sinsice sokuluyor, örtüyor, kapatıyor; yeni bir ten oluşturuyor bedenime. Sakince karşılıyorum geceyi.

Geriye benden ne kalacağını bilmesem de, aklımın gerisinden duyulmaya başlayan gecenin anlatılmaktan eskimiş hikayelerine teslim ediyorum kendimi...

Karşı koymadan...

Kıpırtısızca...

Ve zaman tükeniyor...




Ek: Yiğenimin düğününde, yine cep telefonu ile bu kez kendime göndererek yazdım. İnsanlar orada eğlenirken ben bir köşede bununla uğraştım, sonra da bunu da geceye bağladım ya, aferin bana. İyi halt...

Ek2: İlk bölüm ile arasında kopukluk oldu, bi ara gaza gelirsem o boşluğu doldurayım.

10 Ağustos 2008 Pazar

GETL - 1 : The Dark Knight

Pek sevdiğim, pek takdir ettiğim Christopher Nolan'ın yönettiği The Dark Knight filmine gittim...

Film hakkındaki övgüleri ve yergileri duyuyordum.. Uzun bir film diyorlardı. Evet, uzun bir film ama sağlam bir film. Süresi sizi korkutmasın; alıp götürüyor, eğlendiriyor, kaptırıp gidiyorsunuz. Sağlam senaryosu, iyi oyunculuk, görsel efekt şölenine dönüşmemiş herşeyi ile yerinde aksiyon sahneleri ile çok başarılı bir film...

Heath Ledger'in ardından bu kadar başarı elde ettiğini düşünenler yok değil, ben de öyle düşünmüştüm aslında. Ledger'in oyununu görüp de karşısındaki Christian Bale, Morgan Freeman, Gary Oldman ve Michael Caine gibi başarılı kabul edilen (yani benim ettiğim) insanları nasıl ezdiğine şahit olunca, kaybına bir kez daha üzüldüm... Büyük ihtimal bu yıl oscarı da ona verirler, ama sırf adam öldü diye değil, gerçekten hakettiği için...Tim Burton'ı seven, Jack Nickholson'u da takdir eden biri olarak Batman'in önceki 4lemesindeki Joker karakteri ile Ledger'in Joker'ını karşılaştırma düşüncem vardı.. Ama hiç gerek kalmadı... Joker böyle olmalıymış, Ledger (ve Nolanlar) hakkını vermiş...

Diğer yandan IMDB olayı var... Shawshank Redemption ve The Godfather'ı bile geçip tepeye oturması sürekli sorgulanan bir durum... The Godfather'ı takdir ederim ama hiç bir zaman favori filmlerim arasına girmedi ve 3. kere izleme gereği duymadım. Shawshank Redemption ise 9-10 kere izlediğim bir filmken bir süper kahraman filmini bu sıralamaya sokamıyordum... Şimdi filmi izlemiş biri olarak anlıyorum ki, bu kadar başarılı bir film gerçekten (birinci sırada olmasa da) ilk 10'da olmayı kesinlikle hakediyor.

İzleyin derim...



GETL Kısmı:
8 yıldan sonra ilk kez tek başıma sinemaya gittim... Bence sosyal bir eğlence olması gereken bir olayı, son saniyelerde 2 kişiyi arayıp davet etme çabalarım olduysa da, başaramadım ve yalnız kaldım... tek başıma yapmayı denedim. En son askerde çarşı izninde tek başıma sinemaya gitmiş biri olarak, zorlayıcı bir deneyim oldu.

Aslında sinemaya gitmeyi ve bu filmi "seçtiğimi" söyleyemem, GETL'i bloga taşımaya karar verdikten sonra aklıma ilk gelen fikir sinema ve en yakınımdaki sinemanın en yakın seansında film bu olduğu için "seçmiş gibi oldum. Korku vardı içimde, daralacağımdan, yarıda çıkacağımdan emindim. Hele bileti aldıktan sonra "yaklaşık 3 saat sürüyor" cümlesini duyduğumda 'kesin bu filmi yarım bırakacağım' dedim... Yarım bırakıp çıkmak beni şaşırtmazdı. Ama tamamı ile izledim. İkinci yarıda bunalmama/daralmama rağmen çıkmadım, kendimi tebrik ettim.


Son olarak, yalnız sinemaya gitmek hiç eğlenceli değil. Hadi bu film iyiydi, kurtardı... Bakalım bir sonraki denememde ne olacak...

Ek: Sinema öncesinde yalnız yediğim yemek de GETL sayılır aslında. Fast food yediğim için yorum yazmıyorum. İleriki tarihlerde ciddi bir yemeği GETL konusu yapmayı düşünüyorum... Şimdiden düşündükçe "zor" ve "dar" geliyor... Ama yapmaktan başka çarem yok, en azından şu an için...

GETL - 0 : GETL nedir?

Önceki postlardan birinde yazmıştım, msn'deki kişisel iletim "gladly embracing the loneliness" oldu diye... Yani "yalnızlığı memnuniyetle kucaklıyorum"... Beni tanıyanlar bilir, en büyük korkum hep "yalnızlık" olmuştur; ve ben sonunda kaçamayacak şekilde onunla yüzleşiyorum. Şu dönemdeki depresif/isteksiz/garip modum da bu yüzden... Atlatacağım tabii ki, kolay olmayacağını da biliyorum...

Bugün GETL kategorisini açmaya ve bu konuda neler yaptığımı yazmaya karar verdim... Başlıyoruz...

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Bu ne beee

Gecenin gündüzle birleştiği yerdeki yolun kıyısında seni bekliyorum. Ceplerimde umut, ellerimde rüzgar var.

Aklım bana hiç yaşanmamış, yaşanmayacak öyküler anlatırken ben, gözlerim uzaklarda doğacak güne bakıyorum.

Yolun ötesine geçip güne gitmeye güç bulamayacak kadar yorgun, geçsem de bulabileceklerimden ve bulamayacaklarımdan çekinecek kadar korkağım.

Yolda uçuşan tanecikler kaybedebileceklerimi, en büyük kabusumu, hatırlatırken zaman geçiyor; ne gün doğuyor, ne sen geliyorsun. Ben yine gözlerim uzaklarda, ellerimden akan rüzgara ceplerimi boşaltıyorum.

Ek: Can sıkıntısından yazılmış bu yazı 4 sms uzunluğunda. İsteyen kelimelere bakar, isteyen içeriğe... Mesaj sahibine ulaştırıldı çoktan.

1000

Ben bunu yazarken, film arşivimin 1000 numaralı dvd'si yazılıyor. Arşive kaydettiğim film adedi ise 4970 oldu....

Manyağım ben, biliyorum....