25 Mayıs 2010 Salı

Aşk veda etti




Herkesin, hepimizin peşinde koştuğu o meşhur “aşk” var ya, o aslında bir hayal. Küllerinden doğan bir hayal kuşu gibi de değil üstelik; bir kere veda etti mi tekrar canlanmıyor. Yeni doğmuş bebekler gibi aşk, tüm zamanını ona ilgi göstererek geçiriyorsun; ama bir kez büyümeye başlayınca, kendi yoluna gidiyor.

Aşkı yaşamak, olmayan ülkede yaşamak gibi. Her yanın büyülü, her yanın rengarenk, her şey ‘daha’ geliyor; daha güzel, daha eğlenceli, daha tatlı, daha lezzetli. Bunun büyüsüne kapılıp, yüksek dozda uyuşturucu almış gibi yaşıyorsun aşkı. Aslında neler olduğunu, neler yaptırdığını, ne kadar değiştirdiğini farketmeden yaşıyorsun.

Aşk beslenmek istiyor; her zaman, doymaksızın. Önce kişilerden, önce beyinle başlıyor. Kalbin aşkla her atışında, beyninden bir kaç hücre daha kararıyor. Aşk dışında birşey düşünemez, yapamaz, yaşayamaz hale gelene kadar. Ne kadar mantıklı, zeki, düşünceli biri olsan bile aşk, önce bunları değiştiriyor. Yürek konuşurken, beyin susmak zorunda kalıyor. Yaşamının her noktasını aşk, bencilce yönetiyor. Her şey sadece aşk için oluyor. Sen üç yaşında bir çocuğun zeka seviyesinde, ortalıkta sürükenip duruyorsun; tek istediğin aşkınla olmak. Seni nereye, nerelere sürükleyeceğini bilemiyorsun, bunlar asla gitmeyeceğin yerler olsa bile susuyorsun.

Gözleri yok ki aşkın. Aşkını bile göremiyor. Kendince aşkını hayali olarak biçimlendiriyor ve o hayalin peşinden gidiyor. En güzeli, en çekicisi, en harikası, en en en en olanların hepsi oluyor aşkın. Kusurlarını, çirkinliklerini, hatalarını zaten göremiyor, var olduğunu bile kabul edemiyor. Ne bunları görebiliyor ne de kendine, çevreye, ailene yaptırdıklarını. Bitmeyen iştahıyla aşkına ulaşmak için önüne çıkan engel saydığı herşeyi ezip geçtiriyor. Bu sırada senin aldığın hasarları, senin çevrene verdiklerini hiç görmüyor.

Aşk yalancı da üstelik. Aşkınla olmabilmek için söylediğin bariz yalanlar bir tarafa, aşkı içinde tutabilmek için kendine söylediğin yalanlar başka bir tarafa, aşkın sana içten içe fısıldadıklarından bahsediyorum. Seni körleştiren, sağırlaştıran; seni tüm duyularından sıyırıp donuk, ruhsuz bir beden ya da ipli bir kukla haline getiren yalanlardan... Aşk varken de, yokken de senin kendi içinde bitmeyen fısıltılardan... O fısıltılar ki, sana her şeyi yaptırabilen, senin gönüllü olarak her şeyi yapabilmeni sağlayan...

İranlı bir şair demiş ki: “Aşk’a uçarsan kanadın yanar!”. Mevlana cevap vermiş: “Aşka uçamazsan kanat neye yarar!”... Kanatlar senin, istersen özgür özgür süzülür istediğin yere uçarsın. İstersen güneşe doğru. Ama aşk çekici bir şey, mum alevine uçan pervaneler gibisin; aşkın çekiminden kaçınmak, bunu istememek mümkün değil. İsteyerek uçarsın o alevlere... Yanmış kanatlarınla havada kalıverirsin, hızla yere doğru düşerek. Çırpınışların bir faydası olmaz, düşmeye başlarsın. Kaçınılmaz son gelir ve tüm hızınla yere çakılıverirsin. Yanmış kanatlara, kırılmış kemikler ve parçalanmış organlar eklenir.

Ve işte o gün anlarsın ki, aşk veda etti... Kabullenemezsin önce; tekrar kanatlanmak, ona uçmak istersin. Yanmış kanatlar seni kaldırmaya yetmez, yaralarından akan kanlar ayakta durmana bile engel olur. Çaresizce zamanın geçmesini beklersin. Yaralarının iyileşme hızının ne kadar yavaş olduğuna, aşkınla ilgili minicik bir düşüncede ne kadar hızlı şekilde tekrar tekrar kanadıklarına hayret edersin. Aşkı hayatının her yerine yerleştirmiş olduğun için bu yaraların sayısı onlar, yüzler değil binlerce olur.

Tek tek beklersin yaraların kapanmasını; uzun ve acılı bir dönemdir bu. Kimi zaman kalp yine konuşmaya başlar, yaralarına yenilerini ekler, kimi zaman beyin açık olan bir yarayı kapatır. Kimi zaman aşkın kendisi gibi düşünemez, yaşayamaz olduğun günler olur, kimi zaman tüm yaralarını bir günde kapatabileceğini sanırsın. Ama aşk asla bitmez, yaraları kapansa bile o yaraların izleri asla silinmez; bir gün kanatların geri gelse bile o kanatlar asla bir önceki kadar büyük ve güçlü olmaz.

Bir gün, yaşama tekrar dönebileceğin gün gelir. Yaraların artık yaşamına engel değildir; izleri seni değiştirmiştir ama bu değişiklik hiç bir zaman o aşkı unutturacak kadar kökten olmamıştır. Yeni sen yeni bir aşka hazır olduğunu söyler, artık bittiğini ve ona artık çekilmediğini söyler, onu hayatında artık istemediğini söyler.

Ancak başka bir aşık bunun ne olduğunu anlar; ne kadar sahte, ne kadar gerçek dışı olduğunu. Aşık bilir ki o yaralar hiç kapanmaz aslında, eskisi gibi kanamasa da zaman içinde damla damla akıtır yine kanını. Aradan geçen uzun zamanların hiç bir anlamı yoktur; o aşk senin içinde küçük bir kor bırakmıştır, zaman zaman alevlenen. O kor ki, aşkın kendisi kadar olmasa da yine sevgi, yine bağlılık, yine aidiyet barındırır. Bu duyguları yine yaşamak istersin, itiraf edemesen bile.

Bu andan sonra hayatın sürekli bir döngüye girer: O kor alevlenir kimi zaman, belki karşılaştığında, belki haberini aldığında, eski bir anıda, eski bir mekanda. O anda kalp tekrar konuşmaya başlar, beynin istemese de. Yine duygu cümleleri haykırır sana, kimi zaman aşkın kendisi ile özdeş, kimi zaman aşkın tam tersi kelimelerle. Susturmaya çalışırsın olmaz, duymamaya çalışırsın yine olmaz. En iyi durumda sesini kısabilirsin kalbin ama yine geriden geriye kısık sesle fısıldar sana küstahça: “Aşk veda etti, geriye kalan en azından arkadaşlık olsun”.

1 yorum:

Mehmet Ali dedi ki...

“Aşk veda etti, geriye kalan en azından arkadaşlık olsun”.

Malim aşk bahsettiğin gibi hayal ise salak bişeyse bırak veda etsin ,kolaymı arkadaşlık?.Aşkım olamayan arkadaşım hiç olamaz.Bir yaz günü bi bakarsın hayallerindeki yanıbaşında olur onunla uyanır ve aşık olursun.İşte bukadar basit.:)