23 Kasım 2009 Pazartesi

Biliyorsun, Değil Mi?

Seni sevdiğimi biliyorsun, değil mi? Bunu sana henüz kelimelere dökerek söylememiş olsam da; bazı şeylerde söze gerek olmadığını, yaşanması ve yaşatılması gerektiğini biliyoruz ikimiz de.

Vücudunun her köşesini, her kasını, her noktasını, her yuvarlak kıvrımı artık ezberledim. Otururken, kalkarken, yürürken, konuşurken nerede hangi kıvrım oluşuyor, nerede hangi kas hareket ediyor biliyorum artık. İfade etmemiş olsan da, senin sandığının aksine cinsel arzudan değil bu; sana bakmak senin her parçanı izlemek hoşuma gittiği için...

Sen göremiyorsun ama güneşin sayısız damlacığa dönüştüğü gözbebeklerin var. Işığın dibe ulaşmayı başardığı derin denizlerde, dipte kıpırdayan altın ışıltılı kayalar gibi. Kimi zaman ışıltılar kora dönüşüyor, alev alev yakıyor kimi zaman bir yaz yağmuru gibi serinletip, okşuyor bedenimi. Hele de keyfin yerindeyse, hele o yakıcı alevleri söndürmüşsen, bir yaz gecesi beklenmedik bir yakamozu seyretmek kadar keyifli bir manzara oluşturuyor gözlerin.

Aynı gözler, fiziksel ya da duygusal hislerinin de aynası. Yorgun musun, hasta mısın, canın mı sıkkın, üzgün müsün, iyi bir haber mi aldın, yemek hoşuna mı gitti; ağzın tersini söylese de gerçeği bana gösteriyorlar. Kısıldılar mı, hemen uzaklaş; kocaman açıldılar mı, dikkat et; kenarları gerilmeye mi başladı, hemen konuyu değiştir. Tamamen kapandılar mı, ya uyuyorsun ya da o içten, derin kahkahalarından birini patlattın. Dedikleri gibi, gözler yalan söylemiyor.

Yüzündeki tek doğrucu gözlerin değil. O saklamaya çalıştığın ifadelerinin altında kıvranan küçük çizgiler yok mu, işte onlar gözlerini göremediğimde bana yardımcı oluyorlar. Küçücük burnunun etrafındaki çizgiler, altın gözlerinin bitişindeki çizgiler, kalkan kaşlarının üzerinde oluşan yaylar ve çenenin duruşu; sen dudak etrafındaki çizgileri ne kadar kontrol etmeye çalışsan da herşeyini ortaya döküyorlar.

Seninleyken bütün zamanımı bunları izleyerek geçirdiğimi biliyorsun değil mi? Aslında cevabın evet olduğunu da biliyorum, seni izlemenin bana ne kadar zevk verdiğini bildiğini de biliyorum. Birlikteyken beni konuşturmak için açtığın onca konunun yanında benim susup, sana çaktırmadığımı sanarak, sürekli seni izlediğimin farkında olduğunu da biliyorum; kimi günler, hiç bir şey söylemeden sadece yanımda oturup seni izlememe izin verdiğini de.

Aynı şarkıyı kaç kere dinleyebilirsin, aynı filmi kaç kere izleyebilirsin, aynı kitabı kaç kere okuyabilirsin diye sordum kendi kendime; her notayı, her kareyi, her kelimeyi ezberlersin sonuçta, tekrar edile edile anlamsızlaşır, değersizleşir. Her şeyi kanıksar, içine sindirirsin, ta ki onlar senin bir parçan haline gelene kadar. Böylece sürekli yanında taşırsın, zaman içerisinde sana ait olurlar, ve sen onlara verdiğin değeri kendine verdiğin değere getirirsin. Benim durumumda bu değer oldukça düşük olduğu için senin eskiyeceğini, özelliğini ve değerini kaybedeceğini düşünüyordum; geçmişte hep böyle olmuştu, sende de farklı olamazdı. Ama farkettim ki, seninleyken hiç bir nota, hiç bir kare, hiç bir kelime anlamını yitirmedi benim için, hiç değerinden kaybetmedi. Ben hiç bıkmadım içinde sen olan herşeyden; bunca zaman bıkmadıktan sonra bıkacağım da yok.

Karşılıklı olarak küçük hareketlerimizle birbirimizi iterken, ne olursa olsun sana çekildiğimi hissettim hep. Ne olursa olsun seni çözmeyi kendime görev edindim. Senin bir parçan olmayı, sana ait bir şey olmayı istedim hep. Kendime orada bir yer aradım, kendini kapattığın çevrede, senin bana çizdiğin küçücük bir alan içinde. Hep o çizgiyi ilerletmeye çalıştım ama sen daha güçlüydün hep, ya da ben sana karşı hep zayıftım. Hep bir fırsat aradım, hep sana güçlü olabileceğim bir yön aradım. Hep bir şans aradım...

Bana vaktiyle verdiğin tek şansı yanlış diyemesem de, senin istediğin şekilde kullanamadığımı da biliyorum. Tazeydik henüz, bugünkü gibi okuyamıyordum seni. Sen de herzaman yaptığın küçük oyunlarından birindeydin. Belki ben seni çok zorladım, belki çok az zorladım bilemiyorum ama yaptığım birşeyler yanlış oldu ki, bana aynı şekilde ikinci bir şans vermedin. Yine de benden uzak tutmadın kendini, hayır sözü kolay kolay çıkmadı senden. Senden bir hayır cevabı alamamam, senin hayır diyememenmi desem yoksa cevabının aslında evet olduğu ve bunun için belki doğru zamanı, belki doğru ortamı, belki başka bir şey beklediğinden mi. Bunu ne kadar uğraşsam da çözemedim ve sonunda anladım ki, yapabileceğim üç şey kaldı: Beklemek, beklemek, beklemek.

Bekliyorum; benim için fiziksel bir yüke dönüşen sana ait duyguları sırtımdan artık indirmen için.

Bekliyorum; sözlere dökülmesine gerek olmasa da senin de beni, benim seni sevdiğim gibi sevdiğini hissetmek için.

Bekliyorum; beni senin, seni benim yapman için.




Not: Yeni bir yazım değil, geçmiş günler anısına buraya alınmıştır. Devamı gelecek...

Hiç yorum yok: