1 Aralık 2009 Salı
memdali.com
23 Kasım 2009 Pazartesi
Biliyorsun, Değil Mi?
Vücudunun her köşesini, her kasını, her noktasını, her yuvarlak kıvrımı artık ezberledim. Otururken, kalkarken, yürürken, konuşurken nerede hangi kıvrım oluşuyor, nerede hangi kas hareket ediyor biliyorum artık. İfade etmemiş olsan da, senin sandığının aksine cinsel arzudan değil bu; sana bakmak senin her parçanı izlemek hoşuma gittiği için...
Sen göremiyorsun ama güneşin sayısız damlacığa dönüştüğü gözbebeklerin var. Işığın dibe ulaşmayı başardığı derin denizlerde, dipte kıpırdayan altın ışıltılı kayalar gibi. Kimi zaman ışıltılar kora dönüşüyor, alev alev yakıyor kimi zaman bir yaz yağmuru gibi serinletip, okşuyor bedenimi. Hele de keyfin yerindeyse, hele o yakıcı alevleri söndürmüşsen, bir yaz gecesi beklenmedik bir yakamozu seyretmek kadar keyifli bir manzara oluşturuyor gözlerin.
Aynı gözler, fiziksel ya da duygusal hislerinin de aynası. Yorgun musun, hasta mısın, canın mı sıkkın, üzgün müsün, iyi bir haber mi aldın, yemek hoşuna mı gitti; ağzın tersini söylese de gerçeği bana gösteriyorlar. Kısıldılar mı, hemen uzaklaş; kocaman açıldılar mı, dikkat et; kenarları gerilmeye mi başladı, hemen konuyu değiştir. Tamamen kapandılar mı, ya uyuyorsun ya da o içten, derin kahkahalarından birini patlattın. Dedikleri gibi, gözler yalan söylemiyor.
Yüzündeki tek doğrucu gözlerin değil. O saklamaya çalıştığın ifadelerinin altında kıvranan küçük çizgiler yok mu, işte onlar gözlerini göremediğimde bana yardımcı oluyorlar. Küçücük burnunun etrafındaki çizgiler, altın gözlerinin bitişindeki çizgiler, kalkan kaşlarının üzerinde oluşan yaylar ve çenenin duruşu; sen dudak etrafındaki çizgileri ne kadar kontrol etmeye çalışsan da herşeyini ortaya döküyorlar.
Seninleyken bütün zamanımı bunları izleyerek geçirdiğimi biliyorsun değil mi? Aslında cevabın evet olduğunu da biliyorum, seni izlemenin bana ne kadar zevk verdiğini bildiğini de biliyorum. Birlikteyken beni konuşturmak için açtığın onca konunun yanında benim susup, sana çaktırmadığımı sanarak, sürekli seni izlediğimin farkında olduğunu da biliyorum; kimi günler, hiç bir şey söylemeden sadece yanımda oturup seni izlememe izin verdiğini de.
Aynı şarkıyı kaç kere dinleyebilirsin, aynı filmi kaç kere izleyebilirsin, aynı kitabı kaç kere okuyabilirsin diye sordum kendi kendime; her notayı, her kareyi, her kelimeyi ezberlersin sonuçta, tekrar edile edile anlamsızlaşır, değersizleşir. Her şeyi kanıksar, içine sindirirsin, ta ki onlar senin bir parçan haline gelene kadar. Böylece sürekli yanında taşırsın, zaman içerisinde sana ait olurlar, ve sen onlara verdiğin değeri kendine verdiğin değere getirirsin. Benim durumumda bu değer oldukça düşük olduğu için senin eskiyeceğini, özelliğini ve değerini kaybedeceğini düşünüyordum; geçmişte hep böyle olmuştu, sende de farklı olamazdı. Ama farkettim ki, seninleyken hiç bir nota, hiç bir kare, hiç bir kelime anlamını yitirmedi benim için, hiç değerinden kaybetmedi. Ben hiç bıkmadım içinde sen olan herşeyden; bunca zaman bıkmadıktan sonra bıkacağım da yok.
Karşılıklı olarak küçük hareketlerimizle birbirimizi iterken, ne olursa olsun sana çekildiğimi hissettim hep. Ne olursa olsun seni çözmeyi kendime görev edindim. Senin bir parçan olmayı, sana ait bir şey olmayı istedim hep. Kendime orada bir yer aradım, kendini kapattığın çevrede, senin bana çizdiğin küçücük bir alan içinde. Hep o çizgiyi ilerletmeye çalıştım ama sen daha güçlüydün hep, ya da ben sana karşı hep zayıftım. Hep bir fırsat aradım, hep sana güçlü olabileceğim bir yön aradım. Hep bir şans aradım...
Bana vaktiyle verdiğin tek şansı yanlış diyemesem de, senin istediğin şekilde kullanamadığımı da biliyorum. Tazeydik henüz, bugünkü gibi okuyamıyordum seni. Sen de herzaman yaptığın küçük oyunlarından birindeydin. Belki ben seni çok zorladım, belki çok az zorladım bilemiyorum ama yaptığım birşeyler yanlış oldu ki, bana aynı şekilde ikinci bir şans vermedin. Yine de benden uzak tutmadın kendini, hayır sözü kolay kolay çıkmadı senden. Senden bir hayır cevabı alamamam, senin hayır diyememenmi desem yoksa cevabının aslında evet olduğu ve bunun için belki doğru zamanı, belki doğru ortamı, belki başka bir şey beklediğinden mi. Bunu ne kadar uğraşsam da çözemedim ve sonunda anladım ki, yapabileceğim üç şey kaldı: Beklemek, beklemek, beklemek.
Bekliyorum; benim için fiziksel bir yüke dönüşen sana ait duyguları sırtımdan artık indirmen için.
Bekliyorum; sözlere dökülmesine gerek olmasa da senin de beni, benim seni sevdiğim gibi sevdiğini hissetmek için.
Bekliyorum; beni senin, seni benim yapman için.
Not: Yeni bir yazım değil, geçmiş günler anısına buraya alınmıştır. Devamı gelecek...
21 Kasım 2009 Cumartesi
Bir süredir kafamdaydı...
"En azından beni üzen şeyler artık kendi yaptıklarım, başkalarının yaptıkları değil.."
Not: Bu cümle şu gün hissettiklerimi yansıtması amacı ile buraya alınmamıştır...
5 Eylül 2009 Cumartesi
Drag Ponyo to District 9!
Neyse, son seyrettiklerimden 3'ünden bahsedeceğim... Tavsiye anlamında, izleyin ben pek beğendim, siz de beğenin, zevkimi onaylayın, benim zevkli biri olduğumu kabul edin, hatta çok zevkli olduğum için taktir edin beni, gözünüzde yüceleyim, sevin beni, değer verin....
"Oha" dedim kendime şimdi de, basit bir film önerisini nerelere getirdim. E, öyle ama. Neden böyle başlıklar açarım ki bloga?
Şimdi okuyan demez mi:
"Tavsiye ediyosan et kardeşim, ne lafı uzatıp şöyle böyle diye bir ton şeyi dolduracaksın sayfaya. Beğendiysen beğendin, bana ne, kime kadar yani, ne olmuş belki benim hiç ilgimi çekmeyecek. O zaman sana küfür mü edeyim, seni aşağılayıp senden nefret mi edeyim, hatta yakalayıp bi güzel döveyim mi seni... Niye böyle başlıklar açıyosun kardeşim.. Zaten okuyan 3-5 kişiyiz şu blogu, niye böyle kafamızı şişirip görüntü kirliliği yapıyosun..."
Tamam susayım... Ama lütfen izleyin, üç adet farklı türlerden pek keyifli film:
- Ponyo on the Cliff by the Sea
- District 9
- Drag Me to Hell
Not: Oldu olacak bunların arasında seyrettiğim "Sunshine Cleaning"i de seyredin, o da keyifliydi.
2 Eylül 2009 Çarşamba
yuki
19 Ağustos 2009 Çarşamba
Ben hangisiyim ki?
"insanların olaylar karşısındaki fikirleri", "insanların fikirleri sonucu ortaya çıkan olaylar", "insanların olay fikirleri" gibi bir ton uzatmaya gidebilirim aslında... Neyse, siz anladınız...
9 Ağustos 2009 Pazar
Plants vs Zombies
Ben aşağıdaki yerleri gördüm, darısı başınıza....
17 Temmuz 2009 Cuma
Yazmıyorum...
Ölmedim, başıma gelen şeyler arasında da yazmamı engelleyecek bir şey yok aslında.
Özlemlerim, korkularım hala aynı. Aynı depresif durumdayım (tamam, biraz artmış olabilir), aynı şekilde günlerimi geçirip duruyorum. Yaptığım birşeyler var, ama size yansımadığı için 'devamını gerçekten getiremedi' diye düşünmeyin... Devamı gelecek, sağlam bir şekilde... Ben buna inanıyorum...
Siz, bir avuç okuyucum var, sizi kaybetmeyi istemem ama iyi bir nedenden ötürü bekletmem gerekiyor... Umarım gerçekten de iyi bir şey olacak...
24 Mayıs 2009 Pazar
msn'de bir başka gece
KBK: nerdeydin sen bu saate kadar iş deme elimde kalırsın
memdali: "angels and demons"
KBK: ney
memdali: melekler ve şeytanlar
KBK: eyü onu anladıkda, ne alaka
memdali: dan brown'ın kitabı, tom hanks oynuyo
KBK: genemi sinemaya gitdin
memdali: hee
KBK: kimle gitdih
memdali: ben, kendim, şahsım ve bendeniz şeklinde grup olarak gittik
KBK: oo, cok kalabalıkmış. sıkılmadınmı yaa
memdali: yok. ikinci değil ama üçüncü kişiliğim çok komik bi adam, hepimizi eğlendirdi
KBK: bak sen şerefsize ben hiç tanışmadım onla
memdali: evet. komiktir ama çok asosyaldir, pek insan içine çıkmaz
memdali: biz diğer üçümüz hayvan olduğumuz için, bizden çekinmiyo
20 Nisan 2009 Pazartesi
ofiste bir kedi
Yeni kişiler, yeni mekanlar, yeni kokular ve yeni insanlar...
Öğrendik ki, bunların hepsi Kostak efendi hazretlerini rahatsız ediyormuş, hatta korkutuyormuş... Kendileri çimlere basamayacak kadar narin anti-doğal, hiç görmediği bir binanın giriş kapısını bulacak kadar da endüstri-severmiş...
Kooorkaaak, koooorkaaaak, kooooooorkaaaaaaakkkk!!!!
Ek: Birkaç gün sonra kendisini 4 gün için sokaklara atacağını bilseydim, hiç dalga geçmezdim ya..
baharkış
Çiğdemler açmıştı, "gerçekten bahar gelmiş" dedik.
1 saat kadar sonra, kış bize "henüz gitmedim" dedi... Ve bunu, arabayı 2 saat uğraşıp çıkaramayacağımız bir şekilde çamura saplayarak gösterdi... Çoook eğlendik, çook.
Obama Ankara'da
12 Mart 2009 Perşembe
Sakatlık
11 Mart 2009 Çarşamba
Senin için
volviendo a sonreír.
Luego anoche te vi
tu mano me tocó
y el saludo de tu voz.
Y hablé muy bien de tu
sin saber que he estado
llorando por tu amor
Luego de tu adiós sentí todo mi dolor.
Sola y llorando,
llorando
No es fácil de entender
que al verte otra vez
Yo seguiré llorando
Yo que pensé que te olvidé
pero es verdad es la verdad
que te quiero aún más,
mucho más que ayer.
Dime tú qué puedo hacer
no me quieres ya
y siempre estaré
llorando por tu amor
Tu amor se llevó
todo mi corazon
y quedo llorando
llorando
por tu amor.
24 Şubat 2009 Salı
13 Şubat 2009 Cuma
11 Şubat 2009 Çarşamba
Kayıt altında...
Otoriteleri uğraştırmayıp işlerini kolaylaştırmaya karar verdim... Aşağıda benim barkodum, tüm ilgililere duyurulur...
Ek: Google amcaya "barcode generator" nedir diye sorarsanız, bol miktarda buluyorsunuz.
4 Şubat 2009 Çarşamba
3 Şubat 2009 Salı
Nasıl yaptım bilmiyorum
Kostak the "Poz veren Kedi"
26 Ocak 2009 Pazartesi
Birini Sevmek Güzel-di....
Birini sevmek hayata bağlıyormuş insanı; bir karşılık, bir beklenti olmasa da/olmayacağını bilsen de, salt kendin için yaptığın şeyler ayakta kalmana yardımcı oluyormuş. Onu görmek, onunla konuşmak, onu duymak, ona dokunmak, onu koklamak, kısaca onu hissetmek için yaratmaya çalıştığın bahaneler, o bahaneleri kullanırken duyduğun heyecan, onunlayken hissettiğin huzur hayatın ta kendisiymiş, o hayata katıldığın anlarmış bunlar.
Gücünü, neşeni, sabrını ondan alıyormuşsun. Zor anında onu düşünmen; belki bir gülüşünü, bir bakışını ya da sesinin bir tonunu, sana ihtiyacın olan gücü veriyormuş.. Yakınındaysa hele, daha iyiymiş; hayaline gerek kalmadan kendisini görmen yetiyormuş, Dünyayı oynatabileceğini hissediyormuşsun... Sıkıntılı anında bir bahane bulup onu aradığında neşen yerine geliyormuş.. Bahaneye gerek yoksa hele, daha iyiymiş; sesini, bir hecesini duyman yetiyormuş suratına kocaman bir gülücüğün oturması için... Bekletmeleri koymuyormuş, sonuçta geleceğini bildiğin sürece. Sabrı öğretiyormuş sana.. Gelenin değeri o bütün sabrına değiyormuş... Bekletmiyorsa ya da beklemediğin anda geliyorsa çok daha iyiymiş; varlığı, sabırın getirdiği acıyı anında yok ediyormuş. Hayatın her anının yaşanılması gerektiğini hissediyormuşsun...
Senin bu hissettiklerini o hissetmiyor olsa bile iyiymiş.. Senin için hayat bahanesi oluyormuş, tutunacak dalın, basacak zeminin, erişilecek uzaktaki ışığın oluyormuş. Sana anlammış, amaçmış, araçmış, yöntemmiş.... herşeymiş...
O da bu hissettiklerini hissediyorsa.................
Bir Avuç Dünya
Bir süredir hayatımın ne kadar basit olduğunu, ne kadar küçük bir dünyada yaşadığımı düşünüyordum. Flickr'da bu resmi görünce bir kez daha aklıma geldi...
Ev, iş, evde iş, Kostak, filmler/diziler, haftada bir anne ziyareti.. Bütün hayatım bu... Bütün dünyam bir avuç içine sığacak boyutta... Gittiğim mekanlar hep aynı, yaptığım şeyler de... Görüşmelerim iyice azaldı, görüşecek kişiler de... Yeniliğe açık olmadığımdan değil, ya yeniler beni kaldıramadığından/istemediğinde ya da... sadece depresif bir bezginlikten..
İşin kötü yanı, eskiden de böyleydim galiba ama bir şekilde başa çıkabiliyordum. Sonra yaşamın bir yerinde sürüklenirken nasıl başa çıkabildiğimi unuttum. Ne kadar uğraşsam da hatırlayamıyorum... Sonuçta, aynı hayatı otomatik bir şekilde yaşayıp, kendi kendime sonlandıramadığım için, bitmesini bekliyorum.
Uyan, kahve iç, emaillere bak, yeni inenlere bak, yeni çıkanlara bak, gazetelere bak, öylesine oku çoğunu, işe git, çalış, çalış, yemek ye, çalış, çalış, çalış, çalış, eve dön, emaillere bak, yeni inenlere bak, yeni çıkanlara bak, MSN aç, mesaj yazanlara öylesine cevap ver, kucağındaki Kostak'ı sev, aklına gelirse yemek ye, çalış, bir şey izle, çalış, Kostak'a sarılıp yat....
Değişiklik hiç yok mu, derseniz.. Gerçekten yok.. Değişen şeyler yaptığım iş ya da depresyona yenilmemek için kendime edindiğim yapay işler, inen filmler ya da yeni çıkanlar. Onlar dışında bin yılda bir olan diğer değişikliklere dört elle sarılıp boğana kadar uğraşıp, onu da yok ediyorum. Boğduğumu farketmem ancak iş işten geçince oluyor. Sonuçta, sayemde, elimde kalan yine aynı bitmesini beklediğim hayat, seyretmediğim filmler, okşamaktan bıkamayacağım vefalı Kostak'ım ve yalnızlık oluyor.
Artık adam olmayacağım sanırım.. O hayali tek başıma gerçekleştirip, kendimi salt yalnızlığa mahkum edecek olsam bile, o sevdiğim yere göçmeliyim... Yalnızlık açısından değişen pek bir şey olmayacak... Elim de, evim de boş, ben bomboşken başka bir beklentim yok, ne yazık. Beklediğim son geldiğinde, en azından, sevdiğim bir yerde olurum/ölürüm diye düşünüyorum.
16 Ocak 2009 Cuma
Biri - Reklam
PC dünyasına adım atmadan önce Amiga'da, tüm zamanlar için en favori oyunum Lemmings idi... Onlarca "salak" yaratığı öldürmeden çıkışa götürmeye çalışıyordunuz. O günlerde, fikir/grafik ve oynanabilirlik açısından herkesin gönlünde bir numaraydı. Şu an PC'de Blizzard ne ise, Lemmings'in üreticisi Psygnosis de Amiga'da aynı şeydi... Uzuun geceler boyunca eğlendirdiler bizi... Sonra kaybolup gittiler, ben de PC'ye geçtim..
Lemmings'in DHTML versiyonu varmış, buyrun buradan oynayın...
Bu mesajın reklam kısmına gelinceee..... Bugün arkadaşın MSN'sinde gördüğüm site, bana o günleri hatırlattı; bir göz atın isterseniz...
http://www.biribenikurtarsin.com/
Ek: Tamam, Lemmings'den çok The Incredible Machine'e benziyor. Ben Lemmings kısmını yazmak istedim.